TABULA RASA / Janset Karavin

  • Paylaş:
post-title

Janset Karavin

TABULA RASA

 

Hiçbir zaman usturupluca alıntı yapamadım. Neden beceremediğimi epeyce düşündüm; handiyse 25 yıldır durumumu etraflıca takip eden bir doktorum var ve ona göre vaziyet D vitamini eksikliğinden kaynaklanıyor, vitamin takviyesi yazdı geçenlerde bana. Bana sorarsanız da alaylı olmak rahatsızlığımın adı. Alaycılığım da buradan geliyor olabilir. Kitap gibi de konuşamam zaten; çocuk gibi konuşurum, yazarken, ama sadece kurgu metinler yazarken iş değişir. İş alıntılarla fikir savunmaya gelince benimki daha ziyade kim demiş, o mu komuş şeklinde bir “zihin akışına“ dönüşür. Yandan yemiş entel dantel dedikodusu diyelim biz buna.

Geçenlerde Zizek’in yaşadığımız süreçte apokaliptik, post-apokaliptik düşüncelerin yansımalarının bunca revaçta oluşunu insanların kapitalizmin kendilerini soktuğu cendereden kurtuluş yolu göremeyişlerine bağladığı minvalinde bir şeyler okudum. Tam böyle söylememiştir o, az yamultmuşsam benim zevzekliğimdir, affedin. Önce vay be, dedim, “adam haklı.” Sonra düşününce (Geç düşer benim jeton biraz. Jeton dedim bak; jetonlu telefonu da kulübesini de kullanmış kuşaktanım, eskiyorum artık…) Sonra düşününce haklılık payı var söylediklerinde ama tam öyle değil o iş dedim. Kurtuluş görememekten ziyade, giyecek yeni bir deli gömleği bulamamaktan kaynaklanıyor bence “batsın bu dünya” eğilimi. Yeni bir deli gömleği olmayınca geriye özgürlük kalıyor ki özgürlüğün verilmesi değil, kazanılması gerekir. Bilmiyor ki insanlar özgürlüğü; bütünüyle yabancısı oldukları bir kavram çünkü yüzyıllardır özgürlük yolunu işaret eden anarşi artık üzerine atılan çamurlardan yığma bir dağın altında, hâlâ parıl parıl parlıyor ama kazmak şart, çile çekmek, çabalamak şart.

Ulen sen de az değilsin, ne yaptın ettin lafı anarşiye manarşiye getirdin kerhaneci anarşik, diyorsanız size şöyle altında ezileceğiniz bir alıntı yapayım da Hegel’den, Kant’tan utanın. Şaka şaka, alıntı malıntı yok, bam bam bam! Altında ezilmeyeceğiniz ama belki unuttuğunuz, duyunca hatırlayacağınız bir örnek vereceğim sadece. Hani küresel salgının daha ilk demlerindeydik, evlere sığıştırılmıştık, işe evden devam edebilenlerimiz bu kapanma uzadıkça çekecekleri güçlükleri henüz göremiyor, bayram ediyorlardı fakat kimimiz mecburduk sağlık çalışanı ya da işçi, esnaf, memur olduğumuz için işe gitmeye. Gel zaman git zaman işler azaldı, gelirler düştü, kapanmanın durgunluğunda işten çıkarılanlar bile oldu ve faturalarımızı bile ödeyemez olduk. Ne yaptık? Devlet Baba, Devlet Baba faturamızı öde mi dedik? Hayır, karşılıklı yardım (dayanışma) hareketleri oluşturduk. Olanlar, olmayanlara verdi bir karşılık da beklemeden. Belki yarın öbür gün ben de ödeyemezsem diye düşünerek sadece. Devlet mekanizmasının aradan çıkartılarak doğrudan insanlar arasında ve yatay hiyerarşiyle (kendiliğinden) oluşan bu hareketin temel fikri kimden çıkmış, Adnan Menderes mi, hayır! Kropotkin. Allah’ın anarşiği işte, ne beklenir ki başka hayırsızdan…

Kriz zamanlarında sanki buluş yapılmış gibi ortaya atılan fikirlerin neredeyse hepsi günün koşullarına uyarlanmış anarşist ideallerdir. İdeal değillerse zaten kendiliğinden oluştukları gibi kendiliğinden yok olurlar; doğa böyledir: Şeyler olur. Hep olur, bir oluş hali sürer. Oluşun biçimi değişir ama kavramsal varlığı daimdir.

Bu karşılıklı yardımlaşma hareketleri yalnız bizde olmadı, bütün dünyada pıtırak gibi bitiverdiler. Eh bu işler böyledir; kitaplardan edinilmesi mümkün politik bilgiler, hayatın dayatmasıyla kendiliğinden hatırlanır. Bir ağaç sürgün vermeyi, çiçek açmayı unutmaz mesela. Güneş doğmaya erinmez, her sabah yükselir doğudan. Yağmur koşullar oluşunca yağar, şemsiyeyle ne yapacağınız size kalmış.

Bütün bu “dayanışma ağları” doğal bir hatırlama sürecinin sürgünleriydi insanlık ağacında biten ve sistemin kazanımı falan değildi, tam aksine sistem karşıtıydı ve “efendiler” bunlardan pek haz etmediler, korktular insanların aslında kendilerine ihtiyaç olmadığını kavrama ihtimallerinden. Gereksizlikleri fark edilmesin diye çok çabalamışlardı çünkü. Paradigma değişikliği kolay iş değil neticede. Sovyetlerin çöküşüyle, “sol düşüncenin” artık “kaybettiğini” iddia edip yüzyıl başından beri etnik, dini ve cinsel kimlik çatışmalarını öne çıkararak unutturmak istedikleri “sosyal sınıf” kavramının yerine artık “kimlik” koyulmuştu. Efendiler kavgayı seyretmeye koyuldular, işler tıkırında gittiği müddetçe insancıkların kimliklerinin farkına varmalarında bile bir beis yoktu.

Şöyle özetleyeyim; altyapı ekonomi, meta üretimi ve mülkiyeti, üstyapıysa eğitim, eğlence, toplumsal normlar ve bizi temsil etme kabiliyeti olan politikaları belirler. Üstyapıda ne yaparsan yap, altyapıyı değiştiremezsin bu yaptıklarınla. Yoksulluğu bir kimlik sorunu olarak gösterme çabasının karşılığı yoktur demem o ki. Yani misal Müslümansın diye yoksul değilsin ya da vaftiz olursan varsıl olmayacaksın. Sarışınsın diye üst insan olamazsın, Yahudisin diye… Birey birey diye bağırarak, bireyin kimliğine destanlar düzerek toplumsal bir altyapı dönüşümü yaratma düşüncesi, şemsiyeyi açtın diye yağmur yağmasını beklemekten daha akıllıca değil. Tamam, necipsin ve Türksün, Elhamdülillah Müslümansın misal ama bu zenginleşeceğini, Avrupa’nın seni kıskanacağını falan garanti etmez. Ekmek için kuyruğa girme sebebin kimliğin değil, ne peki? Kılıçdaroğlu tabii ki!

Başa dönersek, Zizek haksız mı, değil ama eksik. Bir çıkışsızlık değil, belki unutkanlık yaşanan ve sınıf çatışması bakışı ne kadar derine gömülürse gömülsün, insanların içine düşürüldükleri halden kurtuluş refleksleri otoriteyi bir köşeye itmek ve çözümü kolektif olarak yaratabileceğini hatırlamak. Unutkanlık iddiamı işiten “mürekkep yalamış felsefikler” sırıttı pis pis şimdi. Ekönömi heteredoks, ben ampirik olmuşum, çok mu.

Ne diyor Tolstoy Hacı, Anna Karenina’sında: “…Hiç değilse o doktrinde, nasıl diyeyim, geometrik bir güzellik, bir açıklık, bir kesinlik var, dedi, belki bu bir hayaldir ama bütün geçmişi bir tabula rasa yapabileceğimizi tutalım: Mülkiyet yok, aile yok, tabii emek de yeni bir düzene girer...”

Tabula rasa demişken, bu tabula rasa lafını ortaya atan Locke Efendi ne buyurmuş vakti zamanında, “İnsan bütün bilgilerini deneyimleriyle elde eder çünkü insan doğuştan hiçbir bilgi ve doğru taşımaz. Doğuştan kör birine bir küple, bir küreyi elletseniz. Birden gözleri açılsa, dokunmadan hangisinin küre hangisinin küp olduğunu anlayamaz.”

Ben de bayılıyorum bu kıyamet ve sonrası kurgulara. Batsın bu dünya! Batsın ve hep beraber hatırlayalım özgürlük yolunu. Sihirli değneğimle havada anarşinin A’sını çember içine alırken bağırıyorum Harry Potter “gibisine:” Tabula Rasaaa!

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın