SOSYALİST BUDDHİZM YA DA DHARMİK BUDDHİZM / Bora Ercan

  • Paylaş:
post-title

Bora Ercan

SOSYALİST BUDDHİZM YA DA DHARMİK BUDDHİZM

Sosyalist fikirlerle bilinçli bir şekilde tanıştığımda lise öğrencisiydim. Faşist darbe sonrası ülkenin zihinsel, beşeri ve ekolojik yönlerden kuraklaştırılmasının ilk adımlarının atıldığı yıllardı. Sosyalist idealler üniversite tercihimde de etkili oldu. Buddhist fikirleri okumaya başlamamsa üniversitenin ilk yıllarına denk gelir. Aradan geçen onca yıla rağmen her ikisinin düşünce dünyası da yaşamımda rol almakta. Bu yazı da o dürtüyle kaleme alındı. 

Buddhizm

Buddhacılık (Buddhizm); kısaca, İÖ. 6. yüzyılda Siddhartha Gautama adlı bir kişinin oluşturduğu düşünce sistemi. Siddhartha, Hindistan’da varlıklı bir prenstir, genç yaşında acı çeken birisini görür ve acını ne olduğunu anlamak için sarayını, geleceğini, ailesini terk ederek uzun bir süre münzevi derviş yaşamı sürer. Buddha’nın yaşamı birçok romana ve sinema filmine konu olmuştur.

Buddha kendini peygamber ilan etmedi, vahiyden, mitolojiden, kozmogoniden hiç söz etmedi, dolayısıyla bir din de kurmadı, bütün bunların tam tersine, çok da dünyasal konulara değindi, bireyin ve toplumun iyiliğine yönelik psikoloji ağırlıklı düşünceler ortaya koydu. Oksimoron bir ifadeyle Buddha dini ateist ya da nonteist bir dindir! Buddhizmde gizem, ilahilik, ruhanilik, yüce güçlere inanma, tapınma yoktur. Bu yönüyle Buddha’nın düşünceleri içinden çıktığı Hint geleneğine aykırı düşüncelerdir. Heterodoks ve dönemi için devrimci denebilecek bu düşüncelerini ve uzun inziva, tefekkür, meditasyon deneyimlerini, banyan ağacının altındaki aydınlanması sonrasında çeşitli vaazlarla insanlara aktarmaya başladı. Ölümünden sonra, onu izleyenler bugün dünyada Buddhacılık (Buddhizm) ya da Buddha dharma olarak bilinen öğretiyi sistemleştirmiş ve bugüne ulaştırmıştır.

Buddha heykelleri Buddha’nın ölümünden üç yüzyıl sonra Hindistan’daki Yunan etkileriyle yapılmaya başlanmış, heykeller ve ritüellerle Buddha bazı topluluklar için Tanrılaştırılmış, Buddhizm dinsel bir görünüş halini almıştır. Örneğin, Hindular için Vishnu’nun bir avatarıdır. Buddha, aydınlanmış anlamına gelen bir sıfattır ve herkesin doğasında bu olgunun var olduğu kabul edilir. Dharma, sadece Buddha öğretisinde değil bütün Doğu öğretilerinde temel bir kavramdır, evrensel ve kalıcı yaşam kurallarıdır.

Geleneksel olarak Hindistan sınıflı bir toplumdur. Kast sistemine renk anlamına gelen varna denir. İnsanlar, beyazlar (soylular) en üstte olmak üzere ten renklerine göre kastlara ayrılır. Koyu tenliler en alttadır.

Farklı tezler söz konusu olmakla birlikte, soylu beyazların (Aryanlar) İÖ. 3000-2000 yıllarında Asya’nın içlerinden Hint ve İran’a doğru akınlar yapan savaşçı topluluklar olmaları genel kabul görür. Günümüzde Hint kültürü olarak bilinen kültür, yerli Hint kültürüyle sonradan gelenlerin işgalci Aryan kültürünün bir bağdaşımıdır. Mahabharata gibi Hint destanları bu sancılı süreci anlatır.

Buddha kast sistemine, dolayısıyla sınıflı topluma karşıdır. Bu nedenle, kast sisteminin temelinde yatan karma düşüncesi ve reenkarnasyon Buddhacı öğretide Hint sisteminde olduğundan farklıdır. Öncelikle, Buddha düşüncesinde bireysel ruh ve evrensel ruh (Tanrı) yoktur. Dolayısıyla, reenkarnasyonda geçmiş yaşamın karmaları (yapılan iyi-kötü eylemler) diğer yaşama taşınmaz. Bir tür tabula rasa gibi doğar insan ve kendi eylemlerinin sorumluluğunu taşır.

Yüzyıllar içinde siyasi ve tarihsel nedenlerle Buddhizm, ortaya çıktığı Hint coğrafyasından Asya’nın farklı yerlerine yayılır, bu süreçte farklı kültürlerle sentezlenir ve dolayısıyla da Buddha öğretisi birbirinden farklı yorumlarla uygulanarak çeşitlenir.

Tek parçalı, tek tip bir Buddhizm’den söz edilemez. Örneğin, Tibet Buddhizm’i Japon Buddhizm’inden çok farklıdır. Japonya’daki Zen sadeliği önplanda tutarken ve hatta neredeyse Buddha’yı bile sistemde öne çıkarmazken Tibet’te Buddha ve diğer birçok yarı tanrısal varlık neredeyse bir dinin azizleri, peygamberleri gibidir. Yine de bütün Buddhizmlerdeki en belirleyici temel olgu Ahimsa ve (şiddetsizlik, barış) var oluş sancısını Nirvana ile aşmaktır.

Sosyalizm

Sosyalizm ya da toplumculuk, kökleri antik dünyada da bulunan, fakat daha çok İngiltere’de Sanayi Devrimi sonrasında, 1820’lerin başında şekillenmeye başlamış, ekonomik temeller üzerine kurulu bir ideolojidir.

Sosyalizm 19. yüzyılın büyük düşünürleri Karl Marks, Friedrich Engels başta olmak üzere günümüze büyük bir entelektüel külliyatla ve birikimle ulaşmıştır. Her ne kadar devlet yönetimlerindeki pratikleri tartışmalı olsa da dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde işçi hakları savunuculuğu başta olmak üzere özgürlüklerle ilgili konularda sosyalistler mücadele etmekte, sorumluluk almakta ve bedel ödemektedir.

20.yüzyılla birlikte Buddhacılık batıya, özellikle ABD’ye ulaşırken, sosyalizm de Doğu’ya ulaşır. Marks ve Engels’in teorisinin Ekim devrimiyle hayata geçmesinin yankıları dünyanın her yerinde etkisini gösterir. Mao’nun önderliğindeki Çin devrimi de Asya’nın, Hindistan dahil birçok ülkesine bir model oluşturur.

Sentez ve Öncü İsimler

İlk bakışta bireysel bir aydınlanma yolunda pasifist bir öğretiymiş gibi algılanan Buddhizmin, toplumsal eşitliği sağlamak için aktivist bir yöntem uygulanmasını savunan sosyalizmle yan yana gelemeyeceği düşünülebilir. Böyle bir bireşim ya da eşleştirmenin eşyanın doğasına aykırı olduğu söylenebilir. Günümüzde Batıda daha çok psikoterapatik bir yönteme evrilen Buddhizmin, günün modern kapitalist ruhuna uyumlandırılarak yoga gibi büyük bir ekonomik pazara dönüşme tehlikesi altında bulunduğunu belirtenler itirazlarında haklı olabilir.

Bununla birlikte şu hususların bilinmesinde fayda vardır:Batılı yaklaşımların birçoğunda Sosyalist Buddhizm, dinsel Buddhizm’in çatısı altında ele alınır ve bu bağlamda Hıristiyan Sosyalizmi, İslam Sosyalizmi ve Yahudi Sosyalizminden söz edilir. Erken Hıristiyanlık döneminde özel mülkiyetin olmadığı, Hz. İsa’nın ilk sosyalist olduğu ve Hz. Muhammed’in devrimci olduğuyla ilgili yorumlar da vardır. Ve tabi öte yandan Rus Ekim devriminin önemli isimlerinden Mollanur Vahidov’un Rusya’daki Müslüman halkları Bolşeviklerin safında örgütlediğinden ve diğer bir öncü isim Sultan Galiyev’in de Rusya’nın Müslüman halkları için farklı bir sosyalizm modellemesi kurduğundan bahsedilebilir.

Buradan senteze, iki ayrı felsefeyi değişik tarihsel zamanlarda buluşturmayı denemiş kimi isimlere ve onların pratiklerine geçebiliriz sanırım.

Sosyalist Buddhizm her iki sistem arasında var olan ilginç benzerlikler üzerine kuruludur.

Hareketin kurucularından biri Ajanh Buddhadasa (1906-1990) adlı bir keşiştir. Buddhadasa, Tayland’da iktidar tarafından keşişlerin sosyal ve siyasi olaylarla ilgilenmeleri yönündeki yasakları ve baskılarını kırarak Buddha düşüncesinin bireyci değil toplumcu olduğunu öne sürmüştür. Ajahn Buddhadasa, bugün varlığını devam ettiren Suan Mokkh adındaki manastırını 1932’de kurmuş, bu manastırda dharmik sosyalizmi hayata geçirmiştir. Suan Mokkh, özellikle ekoloji ve eğitim konularında diğer manastırlardan farklı bir konumda var olmuştur.  ABD merkezli antisosyalizm ve antikomünizm propagandalarının yerel hükümetler ve ordular aracılığıyla yoğunlaştığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında Buddhadasa, sosyalizmi cesaretle savunmuştur.

Sosyalizm etkileşimli bir diğer Budist isim Uchiyama Gudo (1874-1911), Japonya’da Soto Zen Okulu’nun bir rahibidir. Döneminin Meiji hükümetinin emperyalist projelerine karşı çıkan birkaç Buddhist aktivist liderden biridir. Ne yazık ki hükümet tarafından vatan hainliğiyle suçlanarak idam edilmiştir. Gudo askerliğe karşı sert tavır almış, toprak reformunu savunmuş ve hükümetle işbirliği yapan Zen rahiplerini kıyasıya eleştirmiştir.

Buddha coğrafyasından sosyalist düşünceleriyle etkili diğer bir kişi de Han Yong-un’dur (1879 –1944). Koreli Han Yong-un 1913’te Kore Buddhizm’inin Restorasyonu adlı bir kitap yayımlar. Bu kitap eşitlik ilkesini, kendilik işçiliğini ve keşfini bir arada işleyerek reformcu ve devrimci bir şekilde yerleşik katı geleneklere karşı durur. 1926'da yayınlanan Aşıkların Sessizliği adlı eseri Kore’nin bağımsızlık hareketinde pasif direniş ve ahimsa ilkesiyle davranma yönünde kitleleri etkiler. Aynı zamanda şair de olan Han’ın şiirleri dünya çapında bir güzelliğe sahiptir. Bir şiirinden kısa bir bölümü buraya almadan geçemeyeceğim: Ayrılığın güzelliği / ne sabahın geçici altın renginde / ne gecenin pürüzsüz siyah ipekten kumaşında / ne ölümü reddeden sonsuz yaşamda / ne de asla solmayan o harika göksel çiçekte.

Bir başka isim olan Girō Senoo (1890–1961) Japonya’da Zen’in bir kolu olan Nichiren ekolünün bir rahibi ve kendini Marksist olarak tanımlayan biridir. Çok da uzun süre var olamayan Buddhizm’i canlandırmak için “Gençlik Birliği” adlı bir örgüt kurdu. Birliğin manifestosundaki en çarpıcı ifade şu şekildedir: “Ülkede uygulanmakta olan kapitalist ekonomik sistemin Buddhizm'in ruhuyla uyuşmadığını ve halkın refahının önündeki en büyük engel olduğunun farkındayız. Daha doğal bir toplum oluşturmak için bu sistemi değiştirmeye kararlıyız.”

Kast sistemi Hindistan’da günümüzde de devam etmekte; ama, örneğin, Hintli efsanevi kişilik Buddhist Doktor Ambedkar (1891-1956) yaklaşık iki milyon alt kasttan (dalit: dokunulmaz) Hinduyu Buddhacılığa döndürerek onları bir şekilde kurtarmıştır.

Buddhacılıkta peygamber, cennet, cehennem, brahmin sınıfı, günah, kutsal kitap yoktur. Ayrıca Buddhacı keşişlerin mülk olarak küçük bir sefer taslarından başka sahip oldukları hiçbir şeyleri yoktur ve gündelik tek öğün yemek dışında herhangi bir hediye kabul edemezler. Özellikle, Eski Çin’de yaygın olan Mahayana Okulu’nda bireysel aydınlanma toplumsal aydınlanmayla mümkündür. 

Tibet Buddhacılığının ruhani ve sürgündeki Tibet hükümetinin siyasi lideri 14. Dalai Lama olan Tenzin Gyatso şüphesiz günümüzün en tanınmış Buddhacılarından. Dalai Lama birçok konuşmasında kapitalizmi eleştirirken kendisinin ekonomik açıdan Marksist olduğunu da belirtir.

Buddhacılar, dharmanın insanın ve toplumun doğal kanunu olduğunu kabul ederler. Öte yandan, sosyalizmin de insanın ve toplumun doğasına uygunluğunu, aksinin bugün yaşanan sorunların kaynağı olduğunu ve böyle giderse dünyanın insan ve birçok canlı için yaşanmaz bir yer olacağını söyleyebiliriz. Bu bağlamda, Buddhacı düşüncenin sosyalist düşünceyle uyumlanabileceği de iddia edilebilir. Bir dönemin yaygın sloganlarından biri olan ya sosyalizm ya barbarlık günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

Beat kuşağının temsilcilerinden Alan Ginsberg’in kendisi tanımlarken kullandığı ifadelerde hem sosyalizmi hem de Buddhacılığı kullanması bu yaklaşımın sadece Doğuda değil Batıda da karşılık bulduğuna dair bir gösterge olabilir.

Sonuç

İnsanın bitmek tükenmez bilmez arzularına yeryuvarlağı artık dayanamıyor, son 100 yılda kaynaklar hızla tüketildi. Buddhizm insanı hırslarından arındırarak rekabete değil dayanışmaya, paylaşmaya dayalı bir yaşam önerir. Sosyalizmse, sınıfları ortadan kaldırarak eşit bireylerin paylaşımcı üretim tüketim ilişkileri temelinde sürdüreceği bir yaşam modeli ortaya koyar. Her iki yaklaşımın da insanın doğasına uygun olduğu öne sürülerek dünyanın farklı yerlerinde yaşayan bireyler ve gruplar zaman zaman bu iki farklı dünya görüşünü sentezleyerek uygulamaya çalışmıştır.

Konu ilginçtir ve çokça tartışmaya muhtaçtır ama bazen birkaç dize sayfalar dolusu teorik tartışmanın yapamadığını yapabilir.

Vietnam’ın efsanevi komünist lideri Ho Amca’dan, yani Ho Chi Minh’den Zen esintili bir şiirle bitirelim:

Tutsaklıktan Sonra Dağlarda Yürüyüş[1]

Bulutlar dağın zirvesiyle kucaklaşıyor.

Nehir parıldıyor aşağılarda

Ayna gibi duru ve lekesiz

Batıya uzanan dağların sırtında yürüyorum

Yüreğim kıpır kıpır

Ve güney göklerine çeviriyorum gözlerimi,

Aklımda dostlarım.

 

 

[1] Hapishane Günlükleri, çeviren: Süheyla Kaya-Emirhan Oğuz, Ayrıntı Yayınları, 2022.

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın