ŞİİRDE AŞIRILIK VE HASARLI ÖZNE, HASARLI DİL... / Enver Topaloğlu

  • Paylaş:
post-title

Enver Topaloğlu

HEP ŞİİR

 envertopaloglu@gmail.com

 

ŞİİRDE AŞIRILIK VE HASARLI ÖZNE, HASARLI DİL...

Şiirde, aşırılıkla kastedilen; dilin yerleşik kurallarının, müşterek değerlerinin, mutabık olunan kullanım biçiminin dışına çıkılması, uzaklaşılmasıdır. Ama aynı zamanda duygu ve düşünce yönünden de sınırı geçmek, haddini aşmaktır. Tabuların üstüne gidilmesi, yasaklı bölgelere girilmesi, oralarda dolaşılması gibi de denilebilir. İmgelerin o karanlıkta, tekinsizlikte, ıssızlıkta yoğunlaşması, öznelliğin rafine edilmeksizin dile yansıması da şiirde aşırılık olarak tanımlanabilir. Modern Türkçe şiirde aşırılık bağlamında iki farklı eğilimden söz etmek mümkün. Ece Ayhan ve Nilgün Marmara’nın hasarlı öznenin hasarlı dilinin tezahürü olarak doğaçlamaya, otomatik yazım ve yazın tekniğine yaslanan biçim ve biçemi; buna bir diyebiliriz. Dilsel sapmayı, kural dışına çıkmayı, rutini değiştirmeyi, ezberi bozmayı bir oyuna dönüştüren tutumu benimseyen şairlerin deneyimine de, iki.

Metin Eloğlu’nun, Can Yücel’in (Can Yücel’in her iki çizgiye de yakın olduğu söylenebilir. Çünkü doğaçlama da yapar, oyun da oynar. Üstelik sözünü, sesini, hevesini hazla, hızla zenginleştirmiş olarak çıkarır şiirin sahnesine.) İzzet Yasar’ın şiirlerinin bu ikinci gruba girdiği söylenebilir. Ergin Günçe ve küçük İskender’in adları da anılabilir. Doksanlı yıllara gelindiğinde dil oyunlarının şiirde başlı başına bir tarz oluşturduğuna, hatta artık olağanlaştığına tanık olunur. Yazı, bu tarzın modern Türkçe şiirdeki öncülerine, -öcülerine de diyebiliriz(?)- odaklanıyor. Belki doksanlı yıllarda yaygınlaşan dil oyunlarını bu dönemle birlikte ayrıca incelemek daha doğru olacaktır.

Ergin Günçe’nin humor dozunu yüksek tuttuğu şiirlerinde akılla girdiği oyunlar önemlidir. Küçük İskender modern Türkçe şiirin metis çocuğudur. Şiiri de dili de melezdir; yapıtları modern Türkçe şiirde metis bir seçki oluşturur.

İki gruba ayırdığımız şairlerin yapıtlarından örnekler sunarak ilerlemek belki daha doğru olacak. Ece Ayhan’la başlayalım. “Bakışsız Bir Kedi Kara”yı hatırlayalım:

 

Gelir dalgın bir cambaz. Geç saatlerin denizinden.

Üfler lambayı. Uzanır ağladığım yanıma. Danyal

yalvaç için. Aşağıda bir kör kadın. Hısım. Sayıklar

bir dilde  bilmediğim. Göğsünde ağır bir kelebek.

İçinde kırık çekmeceler. İçer içki Üzünç Teyze

tavanarasında. İşler gergef. İnsancıl okullardan

kovgun. Geçer sokaktan bakışsız bir Kedi Kara.

Çuvalında yeni ölmüş bir çocuk. Kanatları

sığmamış. Bağırır Eskici Dede. Bir korsan

gemisi! girmiş körfeze.

 

Ve Nilgün Marmara... Marmara’nın yapıtları, doğaçlama ya da otomatik yazım ve yazın tekniğine uygun şiir seçmek bakımından bir hayli zengindir. Telos yayınlarından çıkan “Kırmızı Kahverengi Defter”in 33. sayfasında yer alan başlıksız metni okuyalım:

 

Rüzgârla

Yazan kadın

Mahzun köpeğe sırtını dönen kadın

Şiir yazan, canına kıyan kadın

Kürekçi erosun kayığındaki kadın

Çiçek kadın

Seyyah kadın

Bahçe kadın

Masa kadın

Pencere kadın

Çoğul kadın

Çocukluk kucağında kadın

Martı tüyü kadın

Çöl zambağı kadın

Kontrat imgesi kadın

Köpük kadın

Şafak kadın

Durgun Hayat Kadını

 

Can Yücel’in şiir biçeminde otomatik yazım-yazın tekniğinin, doğaçlamanın izleri de, dil oyunlarıyla ilişkili olarak kurgusallığın izleri de görülür. Dahası Can Yücel’in şiirinde bu ayrım da çok mühim değil gibidir. Örnek “Sevgili Gençlik” başlıklı şiirden:

 

Öyle parçalandım ki ömrümde
Sevgiyle öfke arasında,
Sevgimi öfke vurdu
Öfkemi sevgi kaçırdı
İçim parçalandı arada

Bi de bi gün baktım gökyüzüne bir bayram gecesi
Bi kestane fişeği açmış yedi rengimden
Yağıyorum çocukların üstüne

 

Metin Eloğlu, modern Türkçe şiirde dilin oyun amaçlı bozulması, saptırılması, kural dışına çıkarılması girişiminin öncü isimlerdendir. Hatta onun, Garip şiirinde söze, anlama, temaya, konuya içkin mizahı, dil oyunlarıyla boyutlandırarak, çeşitlendirerek, derinleştirerek modern Türkçe şiire yaptığı önemli katkıdan da söz edilebilir. Alıntı, şairin “Horozdan Korkan Oğlan” adlı kitabında:

 

Oralar yazın mı hâlâ, güpgüzel midir

Gayrı şarasadım ben, İstanbulsadım

Kuşladıysa gözlerimi bir sakar tavan

Sensiz günlerimi çarçur etmek içindir

Ama pörsümüş, gül bitine karmış bir sarı

Sinar külçelenir ta evimde barkımda

Pelit acısından yavuz bir özlem kiri

Yu canım usulcacık

 

İzzet Yasar, ilk şiirlerinden itibaren mizah, bilhassa karamizah potansiyeli yüksek bir şair olduğuna okurlarını ikna eder. Öznel şiir dili ve imgeleri okurunu ikna etmekte işini daha da kolaylaştırır. Seksen sonrasındaysa şiirde dil oyunlarını sahneleyen şairler arasında ilk sırada yer alır. Dil oyunlarında oyun bir yandan akılla, bir yandan dille, dilin biçimiyle olduğu kadar birimleriyle; ses, hece, sözcüklere dayanır. Dilin kuralı, yasası, sınırı, siniri altüst olur. Dil sökülür, dağıtılır, parçalanır, ayrılır; başka bir yapı oluşturacak biçimde yeniden kurgulanır ve yapılır. Doğaçlama, otomatik yazım-yazın tekniği, rastlantısallık gibi irade dışı “kaçışlar”a yüz verilmez. Çünkü akıl, dil oyununun en önemli hedefidir. Yapıtta, akılla oynamak gösterinin zirveye çıkarılmasıdır. Bu nedenle tasarım, kurgu, bozma ve yeniden yapılandırma şiirin teknik araçları olarak ön plandadır. Denilebilir ki şiirin sanat boyutunun yanına bir de zanaatsal beceri eklenir. Yasar’ın “Dil Oyunları” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

 

babamın cumhuriyetinde dil oyunları uzun
uzun aralarla oynanır
asurlu bir kız insanbulda bembeyaz ağlatılabilmiştir

bünyesine iğneyle tutturulmuş düşün düşünce
uğurlu darbelerle uğurlanır
kamul ve aydın bir büzgen kamaşması içinde

bir türlü uyuyamayanların bölgesine girersen
alay fenerli bir törene girilmişleri görürsün
hayatlarından tutulup kopartılarak

Modern Türkçe şiirde aşırılıklarıyla öne çıkan şairlerden Ece Ayhan ve Nilgün Marmara arasındaki etkileşime bir önceki yazıda değinmiştik. İki şair birbirine yakın gibi görünse de aslında birçok yönden iki benzemez oldukları söylenebilir. Nilgün Marmara’yı farklılaştıran özelliklerin başında dil tavrı vardır, ama en az dil kadar önemli başka özellikler de vardır farklılığa işaret eden.

Marmara duygu, düşünce, duyarlılık, farkındalık bakımından özgündür. Modern Türkçe şiirdeki duyuş, duyarlılık, farkındalık havuzunun dışındadır. Dışarıdan konuşur. Onu yeni bir şair yapan dili kadar söylediği sözün yeniliği, yabancılığı olmuştur. Onun dilinin, sözünün, imgelerinin temsil ettiği, dışavurduğu aşırılığın, dışarıda, ötede, yabancı olmakla doğrudan alakalıdır. Dışarıda kalmak, ötede olmak yabancılık altından hiç de kolayca, hasarsız biçimde kalkılabilecek bir durum değildir. Nilgün Marmara’da da bilhassa dilinde imgelerinde bunun yansımaları vardır. Hasarlı öznenin dilinin hasarlı olması kaçınılmazdır. Yaklaşık kırk yıl önce, “Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var. Yeni düşalanları yapılmalı, olanlar restore edilmeli ya da tümden yok edilmeli” diye yazmıştır.

Nilgün Marmara, modern Türkçe şiirde kadın olarak, kadın kimliğiyle ilk konuşan şair olması kadar bilinçli biçimde konuşmasıyla da yenidir. Birey olmak konusunda şiirlerine yansıyan duygu ve düşüncelerindeki köktenci tutum ve tavrıyla yenidir. Varoluşçuluğu kadar anarşizmiyle de yenidir.

Öte yandan, yeni kulakların talebine karşılık veren yeni bir ses değildir; sesi eski kulaklar için yenidir. Talebi olmayan bir arzdır Nilgün Marmara’nın sesi, sözü, şiiri. Elbette ki dolayısıyla dili. Ama örneğin küçük İskender’in şiiri öyle değildir. Onunki, modern Türkçe şiirde yeni sesler talep eden kulakları dolduran melezliğiyle, metisliğiyle bir tazeliktir.

Ece Ayhan gibi Nilgün Marmara’nın sözünde, sesinde, dilinde de tazelikten öte bir yenilik söz konusudur. Her iki şairde de aklın evcilleşmeye karşı çıkan yaban argosunun yalnızlığı, diriliği, dirimi dikkat çeker.

İki şairin birbirine yaklaştıkları noktalardan biri belki de en önemlisi daha önce kimsenin konuşmadığı konuları konuşmalarıdır. Tabuların üstüne gitmek konusunda gösterdikleri cesaret açısından benzeşirler.

Ece Ayhan bir yandan tarihin arka bahçesini deşifre ederken bir yandan da bakışını özel hayatın tarihselliğine, tarihsel olanınsa güncelliğine çevirmişti. Tavan aralarında, tozlu raflarda, kilitli sandıklarda ne sırlar gizlendiğinin bilinmesini misyon edinmiştir.

Nilgün Marmara’nın, şiirine içkin aşırılık deneyimi hasarlı öznenin hasarlı dilinin yansıması ve sonucudur demiştik.  Buna karşın aşırılık deneyimi onun şiirindeki sözün dolayımsızlığını akamete uğratmamıştır.

Nilgün Marmara’nın şiirindeki dolayımsızlık, açıklık, yalınlık her türlü kapanmaya karşı bir tavır olarak yorumlanabilir. Onun şiirinin arzusu her şeyin bilinmesi, açıklığa kavuşması, hiçbir şeyin örtü altına çekilmemesi, orda tutulmaması olarak da tanımlanabilir.

Şiirde aşırılığın, yoldan çıkmanın, camları kırmanın, balonları patlatmanın, hatta slogan atmanın aslında yerleşik düzene, makul ve makbul ölçülere başkaldırının bir neticesi olduğunun dikkate alınması gerekir.

Modern Türkçe şiirde aşırılık deneyiminden bir sonuç çıkarıp özetlemek gerekirse belki şöyle ifade edilebilir: Rutinin, ezberin, alışkanlığın, süregidenin, statünün, makul ve makbul olanın, konformizmin dilinin, o dille oluşan şiirin hayat karşısında düşünsel bönlükten ve duygusal kütlükten öte geçme ihtimali yok. Şiirin yeniliği için aşırılık mühim. Elbette, bu bütün şairlerin, bütün şiirlerin aşırı olacağı anlamına gelmez. Ama tekrar edeceğiz; aşırılık şiir için mühim. Aşırılık makul ve makbul olanın zincirlerinden kurtulmak için gerekli bir deneyim.

İki binli yıllar ve sonrasının şiirine giriş için modern Türkçe şiirin geçmişinde sürdürdüğümüz yolculuğun sonuna geldiğimizi söyleyebiliriz. Galiba maksadımız hasıl oldu. Ama nasıl deniyor: Ömür biter yol bitmez! Şiir sürdükçe yolculuk da sürecektir. Şöyle diyelim: Geçmiş, şimdi ve gelecek güzergâhında dünyaya ve hayata doğru giden bir tramvaydayız… Bu tramvayda olmak güzel. O nedenle hâlâ, “bu daha başlangıç” diyoruz. 

 

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın