SAYIN BAY ROCK YILDIZI, GEÇTİ! / Funda Önkol

  • Paylaş:
post-title

Funda Önkol

SAYIN BAY ROCK YILDIZI, GEÇTİ!

Bir insanın sesleri, sözcükleri bir araya getirip beyaz bir sayfanın üzerinde başka dünyaların kapılarını açacak sentezleri yapabilmesi bazı büyücülük yetenekleri gerektirir. Her yazar, her şair, her besteci bir nevi büyücüdür aslında. Hepsinin gücü, büyülerinin etkisi, etki süresi aynı değildir. İçinde bulunduğumuz mekâna, zamana, yaşımıza, duygu durumumuza, bilişsel gelişmişlik düzeyimize, önceden bizi sarmış olan büyülerin yoğunluğuna bağlı olarak kimi büyünün etkisi birkaç gün, kimi aylarca sürer. Bazısı yalnızca göz kırpışı süresince çakar ruhumuzda. Oysa bazı büyücüler öyle tılsımlar sunar ki bize mest oluruz, kendi ruhumuzun ve başka ruhların katman katman odalarının kilitlerini çözer, sonsuza dek dolaşırız oralarda.

Beat Kuşağı’nın, özellikle Jack Kerouac’ın büyüsüne kapılmaya başladığım genç yıllarımda bu ilişkinin bu kadar uzun soluklu olacağını, bu yaşımda hâlâ onların izlerinin peşinde olacağımı, ana üçlü Jack Kerouac, William S. Burroughs ve Allan Ginsberg’ten başka onlarca ‘beat’in kendi aralarındaki ve çağdaşlarıyla aralarındaki gizemli ilişkilerin kinetiğini anlamaya hevesle devam edeceğimi tahmin edemezdim. Neydi beni bu enerjinin peşinden sürükleyen? Lucian Carr’ın Columbia Üniversitesi’nin sınıflarında profesörlerine baş kaldırıp Yeats’e gönderme yapıp “Edebiyatta ‘Yeni Bir Bakış’a ihtiyacımız var!”  (We need a ‘New Vision’”) diyerek açık olarak ortaya koyduğu bu cesur hareket, edebiyat tarihinde yeni bir sürecin başlangıcıydı. Hem içerik hem de şekil olarak yepyeni bir üslubun doğuşuydu. ‘Beat’ler “Hiçbir kurgu hayatın kendi kurgusu kadar mükemmel olamaz.” görüşünden yola çıkmış ve günlük yaşamlarını tüm gerçekliğiyle aktarmışlardı. Kendileri kendi romanlarının kahramanları, özneleri, nesneleri olmuşlardı, ego ve alter-ego su gibi geçişmişti. Gerçeği; en yalın haliyle, abartısız, kendiliğinden akarcasına, caz ritmi eşliğinde aktardılar. Özellikle Kerouac’ın caz ritmini metne taşıyıp, sözcük ve hece tekrarlarıyla yarattığı iç ritim ve düzensiz, bağlamsız zihin akışı tekniği o güne kadarki geleneksel roman yapısını yıkıp geçmişti. Burroughs’un ‘cut-up’ tekniği de kopuk kopuk parçaları bir araya toplayarak metinde yeni bir sistem oluşturuyordu. Ginsberg nefesi yettiği kadar söylüyordu mısralarını. ‘Beat’ler edebiyatta bir “yıkım” yaratmıştı. Onlardan sonra edebiyatta bu boyutta bir devrim yaşanmadı.

50’li, 60’lı yıllarda Amerika’da anti-materyalist, hedonist, homoseksüel, biseksüel, junkie olarak, toplumun tüm değerlerine karşı yaşamak ve kendi değer sistemini dünyanın her yerinde sonuna kadar savunup her türlü sosyal ve politik riski göze almak yürek isterdi. ‘Beat’ler cesur yürekliydiler. Korkmadılar.

Korku hem kişisel hayatta hem de toplumsal hayatta son derece belirleyici bir duygu. Gidebileceğimiz, zorlayacağımız sınırları belirliyor. Sosyal evrimi öteleyecek nitelikteki her türlü yaratıcılık da tam o sınırlarda sona eriyor.

Geçen ay yaptığım Ege tatili sırasında müziğini yakından izlediğim Teoman’ın “Sayın Bay Rock Yıldızı” romanını okudum. İlk romanları severim. Hep bir naiflik, bir ürkeklik taşırlar. İlk kez karşılaştığı okurdan haliyle çekinir biraz yazar. Teoman izleyicisini çok iyi analiz etmiş bir müzisyen ve izleyicisinin aynı zamanda okuru olacağından da emin. Okurunu iyi tanıyor. Bu nedenle son derece rahat ve cüretkâr.

Bir kitabın ilk sayfasını okumaya başladığımızda yazarın bizi davet ettiği atmosferin kokusunu alıp, okur olarak bu yeni boyuttaki konumumuzu anlamaya başlarız. Öykü ister iyi yazılmış olsun ister kötü yazılmış olsun her yazar okurunu kendi yarattığı bu uzamda belli bir noktaya yerleştirir ve okur da bilinçli ya da bilinçsiz yazarın onun için biçtiği yeri bir şekilde bulur. Örneğin; Dosteyevski’nin Kumarbaz’ında bakmışsınız Aleskey İvanoviç ile rulet masasının başına oturmuşuz ya da Binbir Gece Masalları’nda Şehrazat’la her gece bir masal anlatıyoruz. Demem şu ki; kimi zaman kahramanlardan biri, kimi zaman yazarın kendisi, kimi zaman öyküyü anlatan üçüncü kişi oluruz. Teoman, romanında okuruna “Sen şöyle dikizci locasına otur bakalım. Yerin burası.” diyor. Biz de romanın başından sonuna Sayın Bay Rock Yıldızı Timur’u dikizliyoruz. Ne dokunabiliyoruz ne tam olarak (varsa) derinliğini algılayabiliyoruz ne de tam anlamıyla tanıyabiliyoruz. Ancak şundan emin oluyoruz: Timur genç kızların uğruna kendini paraladığı rock yıldızı. Teoman çevresindeki insanların, hayranlarının kendisini izlemeyi sevdiğini biliyor. Okurunu en baştan locaya yerleştiriyor. “İzleyin; nasıl seviştiğimi ya da sevişmediğimi, hangi marka çorabı tercih ettiğimi, kızımla ilişkimi, eski karımla sorunlarımı, anne travmamı, yemek yediğim restoranları, izleyin. Biliyorum, bunları merak ediyorsunuz.” diyor kestirmeden. Bugünün ışık hızıyla tüketen toplumu için bulunmaz veriler bunlar.

Kahramanımızı locamızdan izlemeye devam ediyoruz: Timur bir perdenin arkasında… Kendini anlatmak için çabalasa da bir türlü tam anlamıyla açamıyor yüreğini. Korkuları çok büyük. Sevilmemek kadar sevmekten, uyumak kadar uyuyamamaktan, yemek yemek kadar kusmaktan, bağlanmak kadar bağ kuramamaktan, sevişmek kadar sevişememekten korkuyor: Bıkkın zıtlıklar prensi!

Timur kızını “hayatı boyunca gıcık olduğu” insanlara benzeyeceği özel bir okula yolluyor. Orada kızına verilen eğitimi, kültürel ve sosyal değerleri onaylamıyor. Çocuklara dört koldan arsızca pompalanan, kabul görmüş, züppe çevrelerce de onaylanmış eğitim ve kültür programını kıyasıya eleştiriyor. Ancak kızını bu okuldan alıp başka bir çevreye sokmayı düşünemiyor bile.

Timur şekilci. Pahalı markalara meraklı. Giyse de giymese de alıyor. Para harcamak bir rahatlama, bir orgazm şekli onun için. Sevişeceği kadınların da ünlü markaların giysileri ve aksesuarlarıyla donanmış olması hoşuna gidiyor. Bu onu uyarıyor. Kadınlara, sekse, yemeğe, alkole, sigaraya, kitaplara, annesine, kızına, arkadaşlarına hacı yatmaz gibi bir yaklaşıyor, bir uzaklaşıyor, bir yaklaşıyor, bir uzaklaşıyor. Timur’un hiçbir zaman alnı yere değmiyor.

İdealizmi, politik adanmışlığı anlamıyor Timur. Gençlerin yakışıklı olduğu için Che’nin peşinden gittiğini ve bunun pek çoğunun ölümüne neden olduğunu düşünüyor. Sartre’ın onun kadar popüler olmama nedeninin yakışıklı olmaması olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Tabii Che’nin ve Sartre’ın yaşadığı yıllarda sosyal medya, photoshop v.s. gibi manipülasyonun serbestçe kullanıldığı mecralar yoktu. Bugün yaşasalar belki onlar da ünlülerin çoğunun yaptığı gibi kendilerinde olmayanları rahatça yükleyebilirlerdi profillerine.

Timur çevresindeki insanların günlük hayat konuşmalarından rahatsız. İlgilendikleri konuları sığ ve gereksiz buluyor. Ancak yine de o konuların merkezlerinden kopamıyor. Çevresindekilerle aynı mekânlara, barlara, restoranlara sürükleniyor. Kopmak istiyor mu istemiyor mu; işin bu yanı muallak. Belki de onu belirleyen en önemli ilişki eski arkadaşı Volkan’la olan ilişkisi. Kızıyla bile böyle koşulsuz bir ilişkisi yok Timur’un. Kızının karşısına kendisi gibi çıkamıyor, olması gerektiğini düşündüğü baba modeline hazırlıyor kendisini, kızını mutlu edeceğini düşündüğü tipi ve koşulları yaratmaya uğraşıyor sürekli. Oysa Volkan Timur’un kendisini en sakınmasız ifade ettiği vaha. Volkan’ı da trajik bir şekilde kaybediyor.

Teoman’ın ya da Timur’un yaşamındaki diğer karakterleri; şoförünü, menajerini, yattığı kadınları, annesini, eski eşini de tanıyamıyoruz doğru dürüst. Orada olmak zorunda oldukları için oradalar. Hepsi işlevsel nedenlerle oradalar. Rock yıldızının öyküsünün akıp gitmesine yardımcı oluyorlar.

Sayın Bay Rock Yıldızı mana arayışında olduğu izlenimini vermeye çalışıyor. Basit filmlerin klişe sahnelerinden birindeyiz o an adeta. Arabanın arka koltuğunda okunan Mesnevi ve ruhuna işleyen bir ezan sesi… Derinliğin, mananın nesnelere ihtiyacı yoktur. Ya oradadır mana ya değildir.

Teoman ve Timur tüm roman boyunca nasıl tam anlamıyla geçişemiyorsa romanın bölümleri de geçişemiyor bir türlü. Bir bölümden diğerine geçerken ayağım bir taşa takılıp düşüyormuşum hissine kapılıyorum, yürüyüp gidemiyorum romanın içinde. Romanın bir tek yerinde Timur gerçekten Teoman ve Teoman gerçekten Timur oluyor: “Kaosa Vurgun”u yazarken. Teoman’ın “ben, zargana, deus ex machina” albümünde yer alan, defolu sesiyle müziğin üzerine söylediği şiiri. Jack Kerouac’ın Charlie Parker’ın saksafonu üzerine yaptığı doğaçlamalar kıvamında. Bence Teoman’ın müzik kariyerindeki zirvelerinden biri “Kaosa Vurgun”.

Yolu rocktan geçen tüm müzisyenler Beat Kuşağı’nın tedrisatından geçtiler. John Lennon, Jack Kerouac’a hayrandı. Yıllarca onun gibi yazmak için uğraştı ve sonunda pes edip tümüyle müziğe yöneldi. Bu hayranlık grubunun adını Beatles olarak değiştirmesine neden oldu.  David Bowie ona biçilen standart rock yıldızı kimliğini, alter egosu Ziggy Stardust’ı yok ederken Burroughs’tan destek aldı. 'Neo Beat'ler dediğim Patti Smith ve Bob Dylan, Burroughs ve Ginsberg ile pek çok çalışma yaptılar. Leonard Cohen, ‘Beat’lerle şiir okumalarındaydı.

Sayın Bay Rock Yıldızı kitapta kendisini etkilemiş olduğunu düşündüğüm yazarlara, müzisyenlere, film yönetmenlerine değiniyor: Ernst Hemingway, Scott Fitzgerald, Jack Kerouac, Truman Capote, Patti Smith, Milan Kundera, Bob Dylan, David Bowie, Alain Robbe-Grillet, Leonard Cohen, Lars von Trier…

Tüm bu insanların ortak özelliklerine baktığımda iki nişane görüyorum: Samimiyet ve sahicilik. Aslında edebiyat ve sanat eserlerini evrensel yapan nitelikler bunlar. Yukarıda adları geçenler materyalist dünyanın değerlerini, cinsel kimlik tabularını, onların mana arayışlarına engel olan toplumsal değerleri, korkusuzca yıkmış insanlar.

Yaşadığımız coğrafyada bireylerin “korkusuz” davranması ve korkusuzluğun getireceği özgürlük seviyesinde üretmesi ne kolay bir iş ne de kolay kolay ulaşılacak bir seviye. Oysaki evrenselliğin yolunu açacak samimiyet ve sahicilik de korkulardan arınmayı gerektiriyor. Korkulardan arınmak nasıl mümkün olabilir? Bilgi korkuları devirmek için en önemli güç sanırım. İşte yaşadığımız coğrafyada insanların sahip olmadığı, ne yazık ki sahip olduğunu sandığı güç. Kendini geliştirmeyen, genel geçer haberleri bilgi zanneden, serseri mayınlar gibi dolanan insanların coğrafyası.

Hal böyle olunca sanatı ve edebiyatı izleyicisine ve okuyucusuna sunanların da çok uğraşmadığı bir coğrafya. Belli bir üne kavuştuktan sonra “Ne yapsam alırlar.” mantığı. “Yaptım oldu, sattım cebim doldu!” felsefesi.

Geçen yıl sonunda yağmurlu bir gecede gittiğim konserden sonra bir daha uzun süre Teoman’ın konserine gitmemeye karar vermiştim. Vaktinde Teoman müziği bıraktığını açıklamıştı. Sonra öyle hızlı bir dönüş yaptı ki bir yıl içinde aynı şehirde üç-beş konser vererek hasret giderdi. Birbirinin aynısı, dinleyiciye yeni bir sahne sunma gayretinde olmayan ve bu nedenle bana seyircisini çok küçümsediğini hissettiren konserler. Öte yandan Nick Cave’e bakıyorum, uzun aralarla özgül ağırlığı yüksek konserler veriyor. Hem Türkiye’de hem yurt dışında sayısız konserine gittiğim, her seferinden aydınlanarak çıktığım, her seferinde birbirinden farklı galaksilere uçtuğum Nick Cave konserleri. İşte mana tam burada.

Sayın Bay Rock Yıldızı neden yazılmış, yazılmalı mıymış, yazıldıysa neden yayımlanmış, iyi okuyan biri olarak ben anlayamadım. Aslında ben Türkiye’de yayımlanan romanların yüzde doksan dokuzunun neden basıldığını anlayamıyorum. İklim değişikliğini, bir kitabın sayfaları için kesilen ağaç sayısını falan düşünüyorum. Durun! Her yazılan basılmak zorunda değil! Her senaryo da filme alınmak zorunda değil!

Yazmak için herkesi motive eden dürtüler farklı. Günlük hayatımızı, kendimizi, problemlerimizi, yaşamı, diğer insanları, depresyonumuzu, çelişkilerimizi anlamak için yazabiliriz. Ancak birbirinin benzeri, yeni bir şey söyleyemeyen, klişe imparatorluğu metinler neden basılsın! “Sayın Bay Rock Yıldızı” romanı Teoman için yeni bir açılım, yeni bir deneme belki ama insanlık için pek öyle değil.

En nihayetinde Teoman’nın romanını bitirdiğimde inkâr edemeyeceğim, beni de şaşırtan bir hisse kapıldım. Sevgisizlik denizinde yüzen ve kendisi de özünden sevemeyen Timur’a şefkatle sarılmak ve şunu söylemek istedim: Geçti…   

 

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın