TÜRK’ÜN UZAYLA İMTİHANI / Janset Karavin

  • Paylaş:
post-title

Janset Karavin

TÜRK’ÜN UZAYLA İMTİHANI

Ben galiba yaşlandım. Tam olarak emin değilsem de artık kendime yakıştırıyorum bu hali çünkü “şeylerin” hiç durmaksızın kötüye gittiği düşüncesi bir “fikrisabit” halini almaya başldı bende epeyden beri. Hani her dönemin ihtiyarları dünyanın sonunun gelmekte olduğundan, hiçbir şeyin eskisi gibi “güzel” olmadığından, yediklerinin içtiklerinin bile tadının kaçtığından dem vururlar ya, işte öyle, onlardan biri olup çıktım ben de. Düpedüz morukladım demek işte bu.

Bir dakika müsaade edin, sobaya odun atayım…

Geldim. Ne diyordum? Unutkanlık da başladı misal. B12 aşıları oluyorum kafam yerine gelsin diye, işe de yaradı hani… Morukladığımdan bahsediyorduk, tamam. Evet, ben morukladım ama aslında hepimiz morukladık. Morukladık çünkü hepimiz bir başka fikre taze gelinin, damadın… Anladınız siz. Yaşlandıkça ağzı da bozuluyor insanın babasını seveyim. Tahammülü tükeniyor, kalmıyor hatta. Şahsen en başta aptallığa karşı tahammülümü kaybettim. Gerisi çorap söküğü gibi geldi zaten; faşoluğa, softalığa, liboşluğa, kokuşmuş eski tüfek solculuğa, pek bilmiş, halka (yumuşak l ile) yukarıdan bakan, küçük dağları ben yarattım homo akademikuslara, tencere tavayı zırh gibi kuşanıp efradın aziz hatırası peşinde televizyon karşısında coşan reayaya, Türkçe kurduğu cümlenin gerekli gereksiz yerine İngilizce aptal saptal sözcükleri karıştırıp bir de bunları Londralı İngilizden daha iyi telaffuz edeceğim diye götünden ter akıtarak, kendini Batılı, “modern” hatta aşmış, üst insan zanneden özenti karaktersizlere, karşı komşuya, bakkala (bizim burada var hâlâ bakkal) taksiciye (biz burada vatşaptan yazıyoruz, plaka verip, beş dakikaya ayağımıza geliyor taksi) esnafa, yağmurlu havalara, akşam 10’da kapanan tekele, gecenin sessizliğine, enflasyona, muktedirlerin şahsi emellerini müstevlilerin siyasi emellerine tevhid ettikleri halde ortalıkta tevhid bayraklarıyla dolananlara…

Yahu ben geçen ay cariyelik teklifi aldım düpedüz. Buraların pek muteber, eşrafın önde gelen sülalelerinden ya da göt lalesi mi demem daha makul kaçardı bilemedim, birinin mensubu pek muhafazakâr bir çiftten, mehri karşılığı yani, bizde yanlış olmaz…

Çok dolandırdım lafı, özetin özetinin özeti artık genç genç kalmadı memlekette, hepimiz moruğuz demek istediğim. Yaşlanmak kanımca düşüncelerinin büyük çoğunluğunda kendinden emin olmak, asla bir açık kapı bırakmamak, bildiği çürümüşse de bildiğini okumakta ayak diremekse yaşlanma yaşı ortalama 20. 15 ila 19 arası gençler dünyaya bakıyorlar; insanların yaşadıklarını görüyor, kendilerinin de ucundan kıyısından bir yaşamaktır tutturabilecekleri hayaliyle törpüleniyor, 20’lerine bastıklarından itibaren de bu işin artık buralarda olamayacağını iyice bir kavrayıp kapağı ecnebi memleketlerine atmak için hesaba kitaba başlıyorlar.

Umut yok, umut. Yediler Ayasofya kapısı gibi, kemirdiler. Neden hâlâ laf anlatmaya çalışıyoruz anlamıyorum ne yalan söyleyeyim. Biz diye bir şey kalmadı, ben var artık. Şahsım olarak kendim ve ben müsameresi izliyoruz.

Ne anlatayım size şimdi oturup? Toplumsal çürüme, çözünme, kokuşma hakkında analiz mi yapalım beraber yani, ister misiniz? He ben de okudum Marx, Simmel, Durkheim, Weber, Spencer falan filan. Marksist sosyoloji mi yapalım yoksa oraları atlayıp çatışma teorisinden mi şeyyapalım bugün asgari ücretle nasıl karın doyurulacağını? Hadi ben üşenmedim yazdım, siz de okudunuz diyelim, eee? Başımız göğe mi erecek, ne işimize yarayacak bu körler sağırlar birbirini ağırlar şebelekliği? İkinci el kıyafet alıyorum ben lazım olunca. Ekmeği kestim. Et bir buçuk ayda bir yarım kilo kıyma. Porsiyonları küçülttüm yani; itibardan tasarruf olmasın da ben soğan kırarım. 44 gündür elektrik faturası gelmedi mesela. Çok endişeliyim. Acaba hangi pozisyonda ödetecekler. Endişem bu yani, imza atamam endişeliyiz falan diye poğaçacılarla. Haftada 500 lira oduna veriyorum ısınmak için, ayda eder 2 bin. Yedin içtin derken, faturalar maturalar… Hamdolsun ev kira değil, anam babam 50 yıl çalışmışlar sağ olsunlar. Bu ev için bir kuşak hayatını harcadı. Onlardan öncekiler İstanbul’da tutunmak, çocukları okutabilmek için harcadılar, onlardan da öncekiler, kendilerinden öncekilerin hayatlarını harcayarak yaptıklarını terk edip canlarını kurtarmışlar. Ben ne için harcamalıyım ömrümü, bir araba için mi mesela? Tehlikenin farkında mısın? Yok panpa değilim, tehlike bildiğin, düz içimde, zevk almaya bakıyorum ooh! Gelsene, tehlike çok güzel.

Çok şükür uzaya da çıktık. Bundan sonra önümüz açık. Arkamızı açmıştık zaten, önümüz de açıldı. Saçları da kulak arkası yapalım kızlar, güçlük olmasın…

Ne diyordu Tanpınar: “Türkiye, evlatlarına kendisinden başka şeyle meşgul olma fırsatı tanımıyor.” Bir zamanlar öyleymişti, evet, artık kimsenin Türkiye falan düşündüğü yok, herkes, henüz ilişilmemişse kollamaya, gerisi götünü kurtarmaya, artık kaybedecek bir şeyi kalmamış olanlarımızsa zevk almaya uğraşıyor. Hiçbirimizin vakti de hali de yok ülke mülke düşünecek. Misal ben şahsım olarak kendim, hayatımı nasıl daha iyileştirebilirim, küçük konfor alanları yaratabilir miyim diye düşünüyorum ve eyleme geçip başarmaya çabalıyorum bunları. Bahçe yeşersin diye uğraşıyorum, taş taşıyıp bahçe düzenlemesi yapıyorum beleşe, sağdan soldan çiçek alıp saksıda serpilip bahçeye aktarıyorum. Eksik ev eşyamı satın alamayacağım için kendi kendime yapmayı deniyorum; kitaplık yaptım, banyo dolapları, atölye dolapları, tezgâhı, yatak başı derken marangozumsu da oldum. Şimdilerde para biriktiriyorum beni yolda bırakacak külüstür bir araba alabilmek için. Yolda kalmayı hedefliyorum. Rüyalarıma giriyor yolda su kaynatmış külüstürle cebelleştiğim anlar. Hak ediyor muyum bunu, bence ediyorum. Keşke 10 yıl para biriktirmek zorunda olmasam benden yaşlı bir araba alıp ona isim takmak, arka kaportasına kamyon arkası yazısı yazmak için ama marifet sayılmasa da artık her mahallede üç yazar, beş şair, otuz beş bilirkişi, sayısız üniversite mezunu işsiz bulunduğu için, üç beş kitap yazmışlığım, birkaç kez adımın yanına “Türkiye” yazılmışlığı falan olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Cahilsem de fena insan değilimdir be! Uzaya gidecek kadar makbul olamasam da 10 yılı aşkındır yaşadığım şu kasabada, burnumun dibindeki üç beş yere gidip, şöyle dolu dolu, vay babasını s.keyim bütün buralar bizim miymiş lan? Ne güzelmiş amk memleket, demek hakkım değilse kiminle boğuşmam dövüşmem icap ediyor, size zahmet bi’gösteriverin de hakkından gelip hak edeyim. Sanki bu faturayı ödemişler gibime geliyor bizim eskiler ya neyse, ben bilmem binermi kaça neticede, gerekirse yani…

Gözümüz yok uzayda Paşam, müsaadenizle şu ötede çayıra çimene çıksak yeter bize. Hani büyükbabalarımızın uğrunda on yıllarca cephe cephe dövüştüğü çayırlar, tepeler var ya, bilirsiniz işte, onlar. Tabii pek lazım uzay da, muhakkak mühim işlerdir bunlar ve fakat basmaz benim kafam,  kısmetse ileride emredersiniz, gider oralarda da ölür, kanımızla sulayamasak da boşluğu, hani varsayımsal olaraktan demek istedim… Malumu aliniz; arsa var, arazi var. Araziyi arsaya dönüştürmek için bedel ödemek gerekiyor. Aksi takdirde arazinin hiçbir anlamı yok. Sularız yani uzayı arzu ederseniz. Sulanmamışına başka bir ad bulma şart sanırım; ikisi de uzay olmaz. Ne demiş şair: Bayrakları bayrak yapan üzerindeki kandır, uzay eğer uğrunda… di’ mi? Vatan, uzay hani şeyyaptım, anlarsınız ya… Neyse çenem düştü, lafı da toplayamadım huzurunuzda haşmetmeab fakat af buyurun açım aç! Açım, yaşamak istiyorum şunun şurası üç gün daha, insanca.

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın