NE GÜZEL GEÇTİNİZ BU DÜNYADAN AYLA ALGAN / Nilüfer Perihan Kurtoğlu

  • Paylaş:
post-title

Nilüfer Perihan Kurtoğlu

NE GÜZEL GEÇTİNİZ BU DÜNYADAN AYLA ALGAN

“Hayatım boyunca insan olmaya çalıştım. Önce insan, sonra oyuncu, sonra seyirci” diyen usta bir oyuncu, rejisör, şarkıcı geçti bu dünyadan; Ayla Algan. Hem sahnede, hem hayatta ışığını yayarak, sayısız öğrencisi ile bilgisini, tecrübesini, zamanını cömertçe paylaşarak.

Oyuncu, rejisör, öğretmen, müzisyen Ayla Algan, 4 Ocak 2024 günü, 86 yaşında dünyaya veda etti. Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda yapılan anmada, cenazesinde ve defni sırasında ve hatta sonrasında evinde sevenleri arasında herkesin onun için dile getirdiği iki şey çok dikkat çekici. Birincisi, bu ülkenin ve dünyanın en usta oyuncularından biri ile vedalaştığımız. İkincisi de, sayısız insanın hayatına dokunduğu. Kimi yıllarca birlikte yaşadığı ya da çalıştığı, kimi belki birkaç dakika sohbet ettiği ya da ondan fikir alan insanlar. Tecrübesi, bilgisi ve sezgileriyle hem kendi ışıldayan hem de ışıldatan bir kadın geçti bu dünyadan. Ve kendisi gibi sanatçı kızı Sevi Algan’ın anma konuşmasında söylediği gibi, şimdi Muhsin Ertuğrul ve Beklan Algan ile çoktan tiyatro tartışmaya başlamış olmalılar.

Giritli ailenin kızı aşık oluyor

Ayla Algan, 1937'de Giritli bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da doğdu. Notre Dame de Sion'dan sonra lise eğitimini Fransa’da Versailles Lisesi'nde tamamladı. İstanbul’a döndükten sonra yolu mühendislik okuyan Beklan Algan ile kesişti ve bu aşkı peşinden onunla birlikte New York’a gitti. Beklan Algan bir tesadüf sonucu kendini New York’un en meşhur oyunculuk okulu olan The Actors Studio’da bulunca, onu kıskanarak peşinden oyunculuk okuluna kaydoldu. Marlon Brando’dan Marylin Monroe’ya birçok ünlü oyuncunun yetiştiği bu okul, çiftin hayatını değiştirdi. Artık ikisi de tiyatro aşığıydı. Fakat bu işi kendi ülkelerinde yapmak istiyorlardı.

Elveda Hollywood merhaba Muhsin Ertuğrul

Hollywood’da , Barbara Streisand’ı dünyaya tanıtan Funny Girl rolünü reddeden Algan, İstanbul’a döndükten sonra İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Muhsin Ertuğrul ile birlikte çalışmaya başladı ve ilk kez Tarla Kuşu oyunuyla sahneye çıktı. Yine Ertuğrul’un yönetmenliğindeki kadın Hamlet rolü ile adından söz ettirdi. Beklan Algan ve Fikret Hakan ile birlikte rol aldığı Karanlıkta Uyananlar (1964) ve Sadri Alışık ile başrollerini paylaştığı Ah Güzel İstanbul (1966) filmleri ile sinemada da unutulmazlar arasına girdi. Pop müzikte de yorumcu olarak tanıdığımız sanatçı özellikle Yunus Emre’nin tüm dünyada ve çeşitli dillerde dinlenmesini sağlayan çalışmaları ile başarı kazandı.

Efsane Tiyatro Araştırma Laboratuvarı

1988 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları bünyesinde kurulan TAL (Tiyatro Araştırma Laboratuvarı) ile Alganlar için bambaşka, heyecanlı bir yolculuk başladı. "Çağdaşlık, 'şimdi burada'ki evrensel oluşa, onun bütünlüğünü kurmak amacıyla katılma bilincidir.” diyen psikanalist Süleyman Velioğlu, Erol Keskin, Haluk Şevket Ataseven, Ahmet Levendoğlu gibi isimler TAL’in bel kemiği oldu. Tiyatro Araştırma Laboratuvarı, batılı ülkelerde bile eksikliği duyulan, şimdiye kadar insan varlığı üzerine yapılan düşünsel-sanatsal-bilimsel disiplinlerin toplamı dışında, çağdaş insana özgü bir bakış açısı getirmeye çalışan, bu nedenle de insanın henüz ele alınmayan zengin varlıksal kaynaklarını düşünsel-sanatsal-bilimsel konumda, "yaratıcılık" açısından yeniden ele alarak ve günümüzde yaratıcı öz benliğini arayan tiyatronun geniş olanakları içinde, çağdaş insanı, bütün zenginlikleriyle ortaya koymayı kendine uğraş edinen, bütünüyle eğitsel ve araştırmacı bir amaca yönelikti. ''Kim ki yaratıcı süreç içindedir, onun adı insandır."

Yaratıcı Oyuncu

Ne Ayla Algan’ı ne de TAL’i bu sayfada anlatmaya çalışmak, mümkün değil. Ancak altını çizmek gereken 2002 yılında, kurucularından ve çalışanlarından habersiz, kapısına kilit vurularak kapatılan bu laboratuvar, yetiştirdiği yüzlerce oyuncu, yönetmen, seyirci ve araştırmaları, oyunları ile Türk tiyatrosunun efsanesi oldu. İleriki yıllarda Ayla Algan, farklı kurumların mekân desteği ile TAL üretimlerini sürdürdü ve birçok yerde oyunculuk eğitimi vermeye devam etti. Yaratıcı oyuncu kavramını en önemli ilkesi alan TAL çalışmalarını ve eğitimlerini, günümüze dek bu doğrultuda sürdürdü. Algan bu yıl yayınlanan “Yaratıcı Oyuncu, Yaratıcı İnsan” isimli kitabında oyunculuğa ve hayata dair birikimlerini okuyucularla paylaştı.

Hayatım boyunca insan olmaya çalıştım.

85 yaşındasınız ve bugün de oynuyorsunuz, öğrenci yetiştiriyorsunuz, araştırıyorsunuz. Sizi hayata bu kadar bağlayan, yaşam motivasyonunuzun kaynağı nedir?

Hayatım boyunca önce insan olmaya çalıştım. Sonra oyuncu, sonra da seyirci. Bütün bu işlemleri yaparken taa 18. yüzyıldan başlayarak oyuncunun varlık bilimleri geliştikçe onun da yazardan kopup, rejisörden kopup kendi başına bedenine, zihnine yazmasını öğrenmeye çalıştım. Böylece; yazar, rejisör kadar oyuncunun da yaratıcı olabileceğini ispat etmeye başladım. Bu son iki yıldır bu ilkeler içinde, oyuncuya yardımcı olabilecek bir kitap yazdım. Allahtan eşim Beklan Algan ve Muhsin Ertuğrul rejisörlerim, sinema da Atıf Yılmaz, Memduh Ün gibi rejisörlerim oyuncu rejisörleriydiler. Onun için çok özgür çalışabiliyordum. Yani malzeme getirebiliyordum rejisörlerime. Yani ez cümle; motivasyonum yaratıcı insan, yaratıcı oyuncu olma yolculuğu.

Oyuncu olma hikayenizi bir de sizden dinlemek isterim…

Çocukluğumdan beri oyuncuydum. Step yapardım, piyano çalar, şarkı söylerdim, şarkı söylemeye utansam da masanın altına giriyordum yine söylüyordum. Söylediğim şarkı da; meyhane şarkısıydı, onu Büyükada’daki evin Rum sahibi, Madam Fotika diye biri vardı, ondan öğrenmiştim. Maden mühendisi olan eşim Beklan oyuncu olmaya karar verince, The Actors Studio ya yazıldı, New York’ta. Ben de kıskançlıktan, sen gidersen ben de gelirim dedim, gittim ve okulu kazandım. Biz Beklan’la birinci sınıftayken Paul Newman vardı sınıfımızda, Marlon Brando, Marilyn Monreo mezun olmuştu ve filmlerde oynuyorlardı. Bizim okul bir vakıf gibiydi, mezun olan öğrenciler projelere girince, rejisörleriyle birlike okula gelip rollerine çalışırlardı.

Çok tatlı, duyduğum zaman beni hayrete düşüren hikayeleriniz var The Actors Studio'da. Bir de Funny Girl'i reddetmişliğiniz var. Hem hikayeyi dinlemek isterim. Hem de bir Hollywood yıldızı olmayı, Amerika'da kalmayı reddetmiş olmak hiç pişmanlık hissettirdi mi merak ediyorum?

Benim Marlon Brando'ya rastlamam, Sayanora’yı oynadığı dönem. Bize de mezunların bu rolden soyunma, yeni role girme çalışmasını izlememize izin veriyorlardı. Ben Marlon Brando’yu orada tanıdım. Beni Funny Girl’e istediklerinde kendisine sordum: Sekiz yıl kontrat istiyorlar ne dersiniz? O da dedi ki bana: Ben de o sekiz yıl içindeyim, ama kendimi hala geri satın alamadım. Onlar ne isterse onu oynuyorum. Ben de bunu kabul etmek istemedim, sıla hasreti içindeydim hep. Hudson Nehri’ne bakıp Marmara Denizi’ni görüyordum. İyi ki de yapmamışım. Çünkü sonraki hayatımda Fransa’da Gogol’ün Ölü Canları’nı oynarken, Rus menajer Ostrih, beni çok beğendi. Rus ağa kadınını oynuyordum, beni Rus zannetti. “Beni bile aldattınız!” dedi, kendisi de Rus’tu. Bana bir teklifte bulundu, senaryoyu okudum. Türkiye’yi, o kadar kötü yazmıştı ki. O dönemin başbakanı Bülent Ecevit açıklama yapmıştı, biz ülkemizde keneviri sadece ilaç yapımı için kullanıyoruz demişti, oysaki senaryoda sanki her alanda kullanılıyormuş gibi lanse edilmişti. Ben eğer sekiz yıllık kontrata imza atmış olsaydım ülkemi böyle gösterecektim ve bu sözleşmeden çıkamazdım. Kendimi satın alamazdım.

Beklan Hoca'dan ve TAL'dan bahsetmek isterim. Sizce bu dönemin, Beklan Algan'ın, oradaki araştırmalarınızın tiyatromuzdaki, sizin oyunculuğunuzdaki yeri, önemi nedir? 

Beklan’ın sahneye koyduğu her yeni oyun öncesi hazırlanırken, çalışmak üzere TAL olarak, her Perşembe Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü’ne giderek, Prof.Dr.Süleyman Velioğlu, Dr.İsmail Ersevin, Haluk Şevket Ataseven, Ahmet Cemal, Üstün Akmen, Erol Keskin ile birlikte araştırmalar yapıyorduk. İnsan varlığı, ontoloji çalışıyorduk. Süleyman Velioğlu oradaki hastalara resim ile terapi yaptırıyordu, resimlerin üstüne konuşuyorduk. Böylece bizim TAL ontolojiyi algıladı ve sanatla birleştirerek, ontolojinin her bölümünde yapılandırabileceğini ispatladı, sadece tiyatroda değil, resimde de, şiirde de…

Tiyatronun en üretken zamanlarını gördünüz ve en üretken sanatçılarımızdansınız. Bugünün sanat ortamını, yaşam koşullarını, bugünün dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz. Gelecek hakkında neler öngörüyorsunuz?

Gelecek hakkında şunu rica ediyorum; her şeyi robot yapmayın. Çünkü robotlar hep alt sınıfın hizmetlerini ucuza satın almak üzere, insanlığa girmeyen bir sektördür. Bu kapitalizmi aşmış, emperyalizmdir. Yeni esirler yaratmaya çalışıyorlar. Örneğin; bir kadın çalışıyorsa onun hayatına  yardımcı olabilecek herşey yapılsın, ama işi elinden alınmasın. Sanat ortamı ise; bütün bu kargaşa içinde eğer kapitalizm, sonra  emperyalizmin üstüne konuşayım istiyorsanız, insanın bizim konak ilişkilerimizdeki mutluluğu, sosyal kimliklerin sevgisi kapitalizmde yok oldu, aileler küçüldü. Bilgisayar ve televizyon yüzünden birbirleriyle konuşamaz oldular. Dolayısıyla yalnızlık getirdi. Emperyalizmde ise insanlar; bile bile kimliklerini çöp tenekesine atıyorlar. Biz farkında değiliz ama genç edebiyatımız epey yol aldı gitti. Deyimleri başka. İngiltere buna New Age diyor. Tanrıları bile değişti. Kimlikleri değişti. O 'blue jean'in altındaki çok modern gözüken kimlik içinde gençler, yalnız ve anksiyete içindeler, yarınları yok. Onun için okuduklarını çok iyi yapıyorlar ama sadece onu yapıyorlar. Tiyatro biraz daha iyi, çünkü yazar rejisör olmak istiyor, rejisör oyuncu olmak istiyor. Şimdi bize kalan seyircimiz ne yapıyor? Acaba biz onlara haz, mutluluk yaşatabiliyor muyuz ve bütünleşebiliyorlar mı? Onu da yaratıcı kılabiliyor muyuz? Bu Beklan’ın yapmak istediği bir şeydi. “Seyirciyi de yaratıcı kılın!” diyordu bize.

İçinizde kalan, keşke yapsaydım dediğiniz veya şu an gerçekleştirmek istediğiniz hayalleriniz, projeleriniz var mı?

Her şeyi yaptım. Yaptıklarıma bakınca savaş sonrası yazarlar, derdimi anlatmaya yardımcı olacaklar. J.P.Sartre, Albert Camus, S.Freud, F.Nietzsche. Bütün bu düşüncelerimi kitabıma yazdığım için çok mutluyum. Bakalım insan olan oyuncu, insan olan seyirci ne diyecek? Suç ve Ceza’yı, Ezilenler’i tekrar okusam ne olacak, okumasam ne olacak. Savaşları durduramıyorum ki! Alman ordusu Paris’i işgal ettiği gün, Hitlerin fotoğrafları ve ordunun kendisi Champ Elysees’de. Bunu siz de bilmezsiniz, ben biliyorum çünkü Fransa’da okudum. Hiçbir gazete bunu çekmedi, yazmadı. Kitap satan kitapçılara SS subayları gelip zorla vitrinlerine Hitler’in fotoğraflarını koyduruyorlardı. Bir kitapçı buna baş kaldırdı, “Bunu yapamam” dedi. Subay da dedi ki, mecbursun yapmaya. Sonunda kitapçı kabul etti, fakat fotoğrafın altına “Ezilenler” yazdı.

Anneanne olmak nasıl bir his? Neler kattı size?

Torunum biraz büyüdü, 7 yaşına gelince konuşabiliyorum onunla. En yakın dostum oldu.

Bir gün bana "Bir iş iyiyse üzerine fazla konuşma ihtiyacınız olmaz demiştiniz." " İyi tiyatro" dersin. İyi tiyatro nedir?

İyiye bağlı; iyi dediğiniz çağdaş demekse, o zaman Süleyman Velioğlu’nun bir lafı var. “Çağdaşlık şimdi buradan geriye bakmak, şimdi buradan ileriye bakmaktır” der. Ben de bunu savunuyorum.

 

 

 

 

 

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın