Janset Karavin
BEN PİKAÇU, GİTMİYORUM
Pikaçuluğun Raconu
Umudumuzu yedik, inancımız çürüdü, ölemedik gene.
Özetle bugünlerdeki haletiruhiyem böyle. Tutunmaya çalışıyorum. Arkadaşlarımın da “alayı” aynı vaziyette; hiçbir şey yapmak gelmiyor içimizden. Sabah uyanıyoruz ama yataktan ne diye çıkalım, ne yapsak boş hissiyle boğuşa dövüşe hayatta kalmayı sürdürüyoruz. Evvelce de hayatta kalmak içindi tüm çabamız ve fakat “gün gelecek” diye bir umut vardı içerimizde bir yerlerde, üstüne titriyor, ter ter, göz yaşı yaşı suluyor, havalandırıp güneşe çıkarıyorduk onu; çürüdü. Çürüdük. Ölemedik.
Bağlarımızı yitirdik tabela cumhuriyetiyle. Aslında ülke siyasetinin “gençlik” algısı düşünülürse ben henüz ergenliğimi yaşıyorum. Fakat lafladığım bütün “gençler” neden bu ülkeden bunca beklentim olduğunu, ne diye olan biteni bu kadar kafaya taktığımı soruyorlar. Hemen ardından da neden gitmediğimi. Kendi “kaçış planlarını” anlatıyorlar sonra. Düşünün ki bizim kuşağımız yitirmiş o bağı, başka iktidar görmemiş bu kuşak nasıl kurmuş olsun.
Böyle kişisel ve ulusal gündem tıkanıklıklarında her zaman yaptığım gibi işi ev arkadaşlarımdan birine yıkacağım. O meseldeki aslan, ekmeği sıçtı, bok böcekleri tortop edip yuvarlaya tepikleye boku aldı götürdü neticede. Aile bütçesine katkıda bulunmak zorundalar onlar da…
Eski koltuğu bahçeye çıkarmıştım geçen sene. Zaten kollarını, oturulmayan kısımlarını parçalayıp yakmıştık bir kış ısınabilmek için. Neyse, kedinin biri sen gel, koltuğun içinde yavrula! Miyav da miyav sabahlara kadar az çekmedim. Üç kardeş kaldılar bu piçler gel zaman git zaman. Bahçede oyunlar oynuyor, bana şaklabanlık yapıyorlardı her fırsatta. İkisi süzme piç ama biri pek çekingen, ürkek. Aynı zamanda pek de narin görünüyor zaten. Annesine de diğerlerine nazaran fazla düşkün, ayrılmıyor gölgesinden. Öyleydi böyleydi derken bir kedilik raconu olarak anne, yavruların artık kendi başlarının çaresine bakabileceklerine kanaat getirdi ve sırra kadem bastı. Haksız da sayılmazmış; iki oğlan epey dişli çıktılar, mahalleyi haraca kesmeyi, gözlerine kestirdikleri kabadayıyı kafa kafaya verip alaşağı etmeyi bildiler. Gelgelelim bizim nazenin kızımız bahçeyi terk etmeyi reddediyor, bırak bahçeden çıkmayı, bizim pencerelerden ayrılmıyor. Yaz tabii, sıcak, sinek telleri var neyse ki, pencereler hep açık. Miyav da miyav kafam şişmeye devam ediyor. Mama da veriyorum, su da elbette, öylece kendi haline bırakamam ben anası gibi; hep bir kuyruğum olsun istemişsem de kedi değilim. Karnı da tok demem o ki bizim sıpanın fakat derdi başka belli ki. Zamanla Lola’ya yanaşmaya başladı, arkadaş oldular, bahçede beraber koşturmaya, beraber uyumaya falan başladılar. Lola da küçük henüz, şimdiki dana değil. Bizimki arada bir, herhalde ben girip çıkarken gizlice eve de girip Mücü’nün mamalarını kemiriyor. Yakayı ele verince de ortalığı birbirine katıp araladığım balkon kapısından canhıraş dışarı atıyor kendini, asla dokunamıyorum. Bir gün bu “piçuku”yu Lola’dan meme emmeye çalışırken yakaladım. Benim dört köşe jeton anca o zaman düştü; annesi tarafından terk edilmenin yarattığı boşluğu doldurmaya çırpınıyordu bizim ana kuzusu.
Geçtiğimiz sene bir ameliyat geçirdim üzerinize afiyet. Mecburen İstanbul’da, ailemin yanında kaldım iyileşme sürecinde. Fakat süreç uzayınca Mücü ve Lola’yı yanıma almam icap etti. Ben fena değildim ancak bir süre daha tek başıma yapabilecek kadar da iyi değildim. Neyse, uzatmayayım. Eve geldim, Mücü ve Lola’yı aldım, arabaya bineceğimiz sırada damladı bizim bahçenin gülü. Öyle bir baktı ki bize, o bakış içimden geçti. Onu fark etmediğimizi zannedince de öyle bir miyavlamak miyavladı ki: “Miyaaaav!”* Takip eden iki ay hiç aklımdan çıkmadı yavrucak. Eve döner dönmez kendime, ona ıslak mamalar, bonfile biftekler alma sözleri vererek uykuya dalabildim.
Eve döner dönmez de verdiğim sözleri tuttum aşılarını, damlasını falan yaptırıp aldım eve. Daha doğrusu o kendini eve aldırdı allem edip kallem edip. Gerçi allem kallem etti deyince o işin altında bir kurnazlık aramak şart; bizimkinde yok öyle şeyler, saf bu.
Madem dedim bizi seçtin, senin adın Pikaçu olsun bundan sonra. Hemen alıştı adına da. Bana alışamadı bir türlü. Yakınlaşma sorunlarımız sürmekte. Tabii benim Pikaçu hakkında bunca lafazanlık etmemin sebebi yakınlaşma sorunumuzu nasıl aşarız konusunda iç dökerken düşünmek değil, “Pikaçuluğun” siyasete uyarlamasını, anne hasreti yerine koltuk sevdasını koyaraktan gibisine…
Miiiyaaaavvv!**
Bitti.
- “Bur’dayım be, burdayım!”
- * “Ben Pikaçu, gitmiyorum!”
E-Bülten
Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın