MURAKAMİ İLE CAZIN BÜYÜSÜ / Meltem Kofoğlu

  • Paylaş:
post-title

Meltem Kofoğlu

 

MURAKAMİ İLE CAZIN BÜYÜSÜ

Yüzyılın en popüler yazarlarından biri olan Haruki Murakami, II. Dünya Savaşı’nın Japonya’da bıraktığı izler henüz silinmemişken Kyoto’da 1949 yılında dünyaya gelir. Çocukluk döneminden ilk gençlik yıllarına kadar Kobe’de yaşar. Edebiyata her zaman ilgi duyar ve küçük yaşlarda pek çok önemli edebi kişiliğin eserlerini okur.

Kendisinin bir maraton koşucusu olduğu da bilinir. Koşuyla ilgili denemelerini bir araya getirdiği “Bir tutku olarak koşmak ve bu tutkuyla terbiye edilen yazma eylemini “Koşmasaydım Yazmazdım”  ile okuyucusuyla paylaşır. Düzenli olarak koşması ile düzenli olarak yazması arasındaki bağlantı için şöyle der kitabında Murakami: “Roman yazmak konusunda bildiklerimin çoğunu yollarda, sabahın erken saatlerinde koşarak öğrendim. Koşarken çoğunlukla rock müziği ve caz dinlerim.”

Murakami hakkında bildiğimiz ve bizi en çok ilgilendiren hususlardan biridir müziğe olan bağlılığı.  Murakami’nin hayatında caz müziğin özel bir yeri vardır çünkü. The New York Times’a verdiği bir röportajda caz ile 15 yaşında tanıştığını söyler. İlk gittiği caz konseri, 1964’te Kobe’ye bir konser vermek üzere gelen Art Blakey and the Jazz Messengers konseridir. Doğum günü için hediye edilen bir biletle gitmiştir bu konsere.

İleriki yıllarda Murakami, Tokyo’daki Waseda Üniversitesi’nde Drama bölümünde okurken eşi Yoko ile tanışır. Batı müziğine ve edebiyatına yakın ilgi duyan genç adam, üniversite eğitimini tamamlayınca karısıyla birlikte yedi yıl boyunca Tokyo’da bir caz kulübü işletir. Caz müziğine düşkün biri olarak hep bu konuda bir şeyler yapmak istediğini dile getiren Murakami, bu hayalini Tokyo’nun Shibuya bölgesinde açtığı Peter Cat isimli bu caz kulübüyle gerçekleştirir.

Gün içinde bir kafe gibi işlev gören, akşam saatlerinde ise kulüp kimliği ön plana çıkan Peter Cat isimli kulüpte özellikle hafta sonları genç caz müzisyenlerinin konserleri de yer alır. İşleri ilerletince merkezi bir bölgeye taşır kulübü. O yıllarda kendisi için en büyük kazancın sabahtan akşama kadar aralıksız caz dinleyebilmesi olduğunu belirtir Murakami ve yedi sene bu böyle devam eder. Yazma tutkusu ise hiç beklenmedik bir anda gelir: 1978 yılında stadyumda beyzbol maçı izlerken...

O gece eve döner dönmez bir mutfak masasında ilk cümlelerini yazmaya başlar. Daha sonra tam zamanlı yazarlığa adım atar. Ancak, Murakami caz ile olan bağını hiçbir zaman koparmaz. İlk iki romanını kulübünde, işlerden arta kalan zamanlarda yazar.

Herkes, gerçek ve hayali şeyleri birleştirme kabiliyeti ve hikayelere doğaüstü unsurlar ekleme konusunda sahip olduğu yeteneğiyle milyonlarca okuru yakalayan Murakami’nin yazdıklarıyla özdeşleşebilir. Çünkü romanlarındaki dünya; aşk, korku ve yalnızlık dolu bir gerçekliktir. Kendi bilinçaltından türeyen hikayeleri milyonlarca okuru tarafından bir solukta okunmaktadır. “Rüzgârın Şarkısını Dinle” isimli ilk romanını altı ay içinde bitirir. Bu roman 1979 yılında Japonya’da yayınlanır ve ülkesinde yeni yazarlara verilen Gunzou Edebiyat Ödülü’nü kazanır. Böylece yazarlık kariyerine başarılı bir giriş yapar.

Yıllar geçtikçe, ülkesinde kabul gören, tüm dünyada ödüller kazanarak el üstünde tutulan ve kitapları en çok satılan ünlü bir yazar konumuna yerleşir. Hâlâ romanlarında eskiden olduğu gibi farklı olaylara yer verse de artık bir boşlukta gezinen karakterler yerine bir amaç uğruna mücadele eden karakterler yaratmayı tercih etmektedir.

Müzikle olan ilişkisinin sağlam olduğunu kitaplarından rahatlıkla anlayabiliriz. İmkânsızın Şarkısı olarak çevrilen bu romanın orijinal ismi Norwegian Wood, hemen ilk akla geleceği gibi, Beatles’tan gelmektedir. İmkânsızın Şarkısı romanının 37 yaşındaki kahramanı bir yolculuk sırasında “Norwegian Wood”u duyar ve bu parça onu Tokyo’da geçirdiği üniversite yıllarına götürür. Japon edebiyatına aykırı düşen “İmkânsızın Şarkısı”, gelenekselciler tarafından sert cümlelerle eleştirilse de, Japonya’da en çok satılanların içine girer. 1968-1970 yıllarının toplumsal olaylarının etkisinde sıcacık bir aşk hikâyesini anlatan ve pek çok dile çevrilen bu kitap, Murakami’yi bir anda tüm dünyanın tanıdığı bir yazara dönüştürür.

Murakami, çalışırken müzik dinlemeyi sevmektedir. Murakami. CD’lerinin sayısı konusunda bir açıklık yok ama çoğu jazz albümü olmak üzere yaklaşık on bin parçalık bir Murakami’nin caza olan düşkünlüğüne karşılık, belki aynı oranda olmasa da caz müzisyenlerinin de kendisine ilgisi mevcuttur. Emil Viklicky Trio’nun Kafka on the Shore albümü, akla ilk gelenlerdendir. Murakami’nin aynı isimde Sahil’de Kafka isimli bir romanı vardır.

Büyülü gerçekçilik akımını başarıyla yansıtan “Sahilde Kafka” isimli eserinde, Kafka Tamura adlı on beş yaşındaki bir gencin, bir kehanetten kaçışının öyküsünü heyecanlı bir dille anlatır Murakami. Hikâyede diğer baş kahraman ise altmış yaşında yaşlı bir adamdır. Bu adam kör cahildir ve okuma yazma bilmez. Ancak kedilerle konuşabilmesi gibi ilginç bir yeteneği vardır. Kafka Tamura ise babası tarafından lanetlenmiştir.  Lanetinden kaçmak için babasından kaçarak uzak bir yere gider. Fakat gittiği yer çok değişik bir dünyadır. Gerçek dışı bir dünya... Daha sonra yazdığı Karanlıktan Sonra ve IQ84 isimli eseri de Sahilde Kafka gibi distopik evrenlerde geçmektedir.

Emil Viklicky Trio’nun Kafka on the Shore albüm ismindeki seçimi sadece tek bir kitaba değil, bir bütün olarak Murakami’ye göndermede bulunmaktadır. 2011 yılında Venus etiketiyle yayınlanan albümde 13 kaydın 7’si, bir şekilde Murakami ve eserleriyle ilişkili, Emil Viklicky’ye ait özgün bestelerdir: “Afterdark”, “IQ84”, “Double Moon”, “The Boy Named Crow”, “Kafka on the Shore”, “Entering Stone”, “Miss Saeki Theme”.

Geri kalan 6 kayıt da Murakami’nin eserlerinde vurgulanan parçalardan seçilmiştir. Herbie Hancock’tan “Dolphine Dance”, Duke Ellington’dan “Solitude”, Jimmy Rowles’tan “Peacocks” gibi.

Kendi kafasının içinde akıp giden müziği kâğıda dökerek üslûbunu bulan Murakami, ritmin önemini müzikten özellikle de caz müziğinden öğrendiğini söyler bir röportajında. Ona göre sonra melodi gelir ki, o da edebiyatta sözcüklerin ritme uyması için uygun olması anlamına gelir. Sözcüklerin ritme uyma biçimi pürüzsüz ve güzelse bundan sonra da armoni gelir: Yani, sözcükleri destekleyen zihinsel sesler. Bundan sonra serbest doğaçlama ile kendini akıntıya bırakır ve hikâyeleri özgürce fışkırmaya başlar.

Murakami’yi diğer müzik takıntılı yazarlardan ayıran şey elbette ki sadece kendi takıntısının seviyesi değildir. Bu konuda onu öne çıkaran müzikal birikimidir. Birikim yelpazesi fazlasıyla geniştir. Yazmakla ilgili birçok şeyi de müzikten öğrendiğini belirten yazar, “Eğer müzikle ilgili bu kadar takıntılı olmasaydım, roman yazarı olmayabilirdim”, diyerek müziğin yazarlık kariyerindeki önemini vurgulamaktadır.

 

 

 

 

 

 

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın