ŞAİR KALICI BİR İNCELİKTİR: SİNA AKYOL'A SELAM / Enver Topaloğlu

  • Paylaş:
post-title

Enver Topaloğlu

HEP ŞİİR

envertopaloglu@gmail.com

 

ŞAİR KALICI BİR İNCELİKTİR: SİNA AKYOL'A SELAM

Şair kolayı da seçer, zoru da… Modern Türkçe şiirde kolayı seçmiş ve sevmiş, üstelik sevdirmiş şairler de var. Zor olanı seçmiş, sevmiş olanlar da. Zor olanı seçip de sevdiren şair çok değil ama… Örneğin Nâzım Hikmet, Garip, İkinciyeni şairleri. Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Behçet Necatigil’in durumu farklı. Onlarda hem kolay, hem zor olanın denendiği dönemler vardır. Uçlara gidip, sınırları kolaçan ederek konuşlandıkları yerde kendi dengelerini kurmuş, şiirlerini oluşturmuşlardır. Kime benzetilmeye çalışılırlarsa çalışılsınlar. Kimseye benzemeyen yönleri, benzeyen yönlerinden daha fazladır. Öte yandan İlhan Berk dur durak bilmemiş, yer yurt edinmemiş; bütün uçları, doymaz bir merakla dolaşmıştır. Yürüyeceği uç yoksa yaratıp yürümüştür.

Modern Türkçe şiirin yakın çağında (son otuz beş kırk yıllık süreç diyelim), zor olanı seçip, sevip, sevdiren iki şair dikkati çeker. Bir asrı aşan modern Türkçe şiirin tarihi içerisinde son otuz beş, kırk yıllık dönem, yakın çağ olarak tanımlanabilir. Şiir okurları bilirler, daha geniş yelpazeden okur olanlar da bileceklerdir: Seyhan Erözçelik.. ve… Çok kısa süre önce aramızdan ayrılan.. ya da şöyle diyelim: Aramızdan bedenen ayrılan Sina Akyol (1950).

Sina Akyol gitti. On altı şiir kitabının şairi gitti. On altı kitap: “Su Tadında” (1980), “Lokman’la Geçen Şen Günlerim” (1982), “Haytalarla Hatmiler” (1990), “Ayda Tümör İzleri”(1994), “Avluda”(1996), “Meğer Söz Gümüş”(1996), “İkindi Kitabı”(1999), “Olmanın Halleri” (2002), “Meğer Söz Bakır” (2006), “Vadedimveylaya” (2011), “İtiraz ve Teşekkür” (2015), “Çırıl ve Çıplak” (2016), “Salyangoz İlmi”, “Sütün Huyu” (2016), “Çayırkuşu Zaten Hep”, “Şiirler” (2021).

Şiirlerinde kuşların, çayırkuşlarının başka türlü baktığı, güneşin başka türlü doğduğu, günlerin başka türlü bittiği bir şair gitti. Ardından mâniler, haikular, özden kaçan sözler, şiir mumları büker boynunu. Türkçe, için için yanan, suda bir kireç taşı kaldı ardından. Sina Akyol gitti. Teselli olsun; öyle şiir dolu yaşadı ki gittiği yere şiir de götürmüştür...
Şiirde çok söz, az sözcükle nasıl söylenir? Nasıl mı söylenir? Sina Akyol’un söylediği gibi söylenir. Dili bir lokma, bir hırka derekesinde kullanabilme marifetiyle maruf ve mahir şair Sina Akyol gibi... Bütün sokaklarında gezmiş, bütün zamanlarında çiçek açmış bir şairini kaybetti dil. Sözü hem tersi hem düzüyle şiire dönüştürme yeteneklisi bir şair, şiir yazmayacak artık. Neyse ki yazdıklarının ışığı bir hayli güçlü... Kitapları bir daha, bir daha yelkenimiz olsun, açık denizlerinde hür havasını almak için şiirin... Ölürse beden ölür şairler ölümlü değil. Şiir okurları çok şanslıdır, çünkü şairler okurlarına bir dil bırakır. Bir dil başka kimsenin bırakamayacağı bir yadigâr. Dilinin değerini bilmek gerek elbette.
Akyol için şiirde dilin simyacısı tanımı, yerinde bir saptamadır. Simya bir laboratuvar çağrışımı da yapıyor normal olarak. Akyol dilde ve şiirde simyacı olmasına simyacıdır, ama laboratuvarı hayat olmuştur diyebiliriz.

Modern Türkçe şiirin yakın çağı dediğimiz dönemde zor olanı seçmiş, zor alanda şiiri var etmeye çalışmış olmalarıyla dikkat çekiyor dediğimiz Erözçelik ve Akyol arasında belki bir noktaya kadar biçimsel yakınlıktan da söz edilebilir. Ama o kadar; diyebiliriz. Netice itibarıyla her iki şair için de araç amaç diyalektiği yürürlüktedir. Dilin hem araç, hem amaç olması önemlidir.

İki şair arasındaki ilişkiye ayna tutan Sina Akyol’un şu anlatımını da aktarmak isteriz: “Gergedan dergisinin Eylül 1987 tarihli sayısındaki şiirlerini okuduğumda, ben bana, ‘Bu herifi bir an önce bulmalıyım, oturup konuşmalıyım’ dediğimi çok iyi hatırlıyorum.”

Anlaşılacağı üzere bu hem bir teselli hem de Sina Akyol’a selam yazısı. Ama onu bir tek yazıyla selamlayarak sözü tamamlamanın zor olduğu da açık. O nedenle bu metnin, bir giriş yazısı mahiyetinde olduğunu belirtelim. Sina Akyol’un şair kimliği, kişiliği, yapıtlarının modern Türkçe şiirdeki yeri ve önemine değinmek için başka yazı, hatta yazılar gerekiyor.

Sina Akyol’un ilk kitabı “Su Tadında”, otuz yaşındayken yayımlanır. Ama yolculuğa, 1967’de on yedi yaşındayken yayımlanan “Ölmek” başlıklı şiiriyle çıkmıştır.

Akyol’un ilk şiiri, yazmaya nereden başladığını, ilk kitabıysa şiirinin temel kaynaklarını işaretlemesi açısından önemlidir. Cemal Süreya, şairin ilk kitabıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “Sina Akyol’un ‘Su Tadında’sını da tatla okudum. Dupduru bir şiir onunki. Küçük ayrıntılardan sevinçler, hüzünler çıkarıyor. Sanırım yeni çalışmalarında daha da gelişecek. Siyasal ve kavgacı şiirin söz hazinesinden çıkış yapıyor, ama bu hazineyi bir başka türlü kullanıyor, bir bakıma ‘depolitize’ ediyor. Bu arada retorik parçalanıyor, küçük küçük duyarlık adaları meydana geliyor. Denizler, köprüler, her şey evcilleşiyor.”

Kitaptan aktaracağımız betikler, “Ataol’un Şiiri ve İsmet ve Zekâi” başlıklı şiirden:

 

Göle bir balkon

gibi uzanan boşlukta...

 

- Gerçi tam böyle değildi

ama benzer bir şeydi.

 

Okurken

birden

adı geçince onun

nasıl da irkilmiştim...

 

(…)

 

Şaşırmıştım ilkin

korkmuştum hatta...

- Kimeydi, unuttum şimdi -

Bu oğlan ya delirir, demiştim...

ya da yüreğini

tutar bir balkondan

aşağılara atar...

Bunca duyguya

dayanılmaz çünkü, demiştim...

 

Nitekim attı kendini İsmet.

Yüksek... çok yüksek bir balkondan fırlattı.

(…)

Zekâi... Arkadaş Özger yani...

- “Tamirat”ın şairi.

(…)

bir Mayıs günüydü,

ben, Şevket, Oğuz...

bir güzel gömdük ince bedenini.

Üstüne çiçek

ve toprak attık.

 

Sina Akyol’un çekimine kapıldığı ilk şair Ahmet Haşim’dir, ama etkisi uzun süreli olmaz. Akyol, Haşim’in şiirinin manyetik çekiminden hızla uzaklaşır. On yedi yaşındayken Haşim’in üzerinde bıraktığı etkiyi silip atmaz belki, ama kısa sürede diplere ittiği söylenebilir. Nitekim şairin ikinci kitabında, şiirinin kaynaklarını oluşturan yelpazenin bir hayli genişlediği görülür.

İlk kitabından iki yıl sonra “Lokmanla Geçen Şen Günlerim” yayımlanır. Şairin, otuz yaşına kadar kitaplaştırmadığı şiirlerini nihayet topladığı ilk yapıtından sonra gelen bu ikinci kitabında, değişim yönündeki kararlılığı ön plana çıkar. Yücel Kayıran, “Şiirimin Çeyrek Yüzyılı” adlı kitabında yer alan “Ben Deniz Olamam” başlıklı yazısında, Akyol’un “Lokman’la Geçen Şen Günlerim’ini, “neredeyse filozofun alaya alınması” sözleriyle değerlendirir. Sina Akyol’un şiirinde ironi var mıdır, evet vardır denilebilir. Ama şiirdeki inceliklerin dengesini bozacak ölçüde bir alaydan söz edilebilir mi; soru işareti? Akyol’un aslında, şiirinde yer verdiği ne varsa, tümünü incelten, daha başından itibaren dil ustası bir şair olduğu rahatlıkla söylenebilir. Soru işaretini kaldırabiliriz. Şairin ikinci kitabında yer alan “Şenlik Dolu Şiirler”in ilk bölümünü okuyalım:

Öyle güzel geçtin ki köprünün üzerinden…

                 Leylaklar gibi geçtin,

                 şebboylar gibi geçtin,

                 incirler gibi geçtin…

 

Ben de ardından sevinçle yürüdüm.

“Lokman’la Geçen Şen Günlerim”in girişinde Kuran’dan “Şuara Suresi”ne ve Platon’un Devlet adlı yapıtında yer alan şaire ve şiire ilişkin sözlerine yer verilir. Belki bu alıntılar, kitabın girişine asılarak yoruma açık hale getirilmiştir demek daha doğru olacak.

Öte yandan Akyol’un ikinci kitabı, şiir okurlarının dikkatini dolaşımdaki şiirden başka bir şiire yöneltmeye kışkırtması bakamından da önemli olmuştur. Daha sonraki yıllarda Sina Akyol’un şiirlerini dergilerden, kitaplardan izleyen bir okur kesiminin oluşmasının nüvelerini, şairin ikinci kitabı atmıştır. Ama asıl geniş okur çevrelerinde tanınmasında, şiirinin bilinirliğinin ve okurunun artmasında, 1994’te yayımlanan dördüncü kitabı “Ayda Tümör İzleri” önemli rol oynamıştır. Kitapta yer alan “Tortular” başlıklı şiiri aktarıyoruz:

Aktığım nehir

nereye taşır beni

 

Nerede kalır

incelmiş kumum?

 

Kıyıya vuran dalga

arınır mı benden?

 

Öğrenmenin sevinciyle geçiyorum

hayatı.

Sina Akyol şiirinin anteni toplumsal konulara ve sorunlara her zaman dönük olmuştur. Ama politik bir şiir değildir. Ancak bireysel duyarlılığın ve farkındalığın hayli yüksek oluşu, şiirlere doğal biçimde politik bir ton kazandırmıştır. Şairin önemli bir başka özelliği de şiirini toplumsallaştırma gücü olarak gösterir kendisini. “Beni kapkara– / anlayan okur / hırkamı giyer / beyaz üşür” dizeleri bu konudaki özgüvenini de yansıtır. Ne yazsa okunan şairlerden olması da bu yönüyle ilgilidir. Çok şair var, çok şiir yazılıyor. Ancak çok şairin, çok şiirinin içinden çok azı okunabiliyor. Durum galiba, şiirlerin niteliği kadar şairlerin kimlikleriyle, edindikleri yer ve varlıklarıyla da ilgili. Yapıt ya da metin önemli diyoruz. Ama hâlâ o yapıtın, o metnin, o şiirin kime ait olduğunu bilmeye verdiğimiz önceliğin değiştiği söylenemez. Okuma ediminde yazarın değil de metnin ön plana çıkması, kim bilir belki bir süre daha yalnızca arzulanan bir durum olarak kalacak.

Sina Akyol’un on altı kitaplık şiir serüvenin sekizinci kitabı “Olmanın Halleri”ni değerlendirirken Orhan Koçak şunları söyler: “Behçet Necatigil’de anlam, hatta şiirin kendisi, sözcüklerin arasındaki boşluklara çekilir gibiydi; Akyol’un şiirlerinde de böyle bir içe çekilme var, ama onda boşluklara ve duraklara değil, sözcüklerin kendi en iç çekirdeğine saklanıyor anlam. Sözcükler, hem edebiyatta hem de gündelik kullanım içinde üstlerine yapışan birçok yananlam ve çağrışımdan arınarak giriyorlar Akyol’un şiirlerine. Ama bu arınma onları hafifletmiyor; tam tersine, bir miktar yerlerinden uğratırken ‘özgül ağırlıklarının da daha iyi hissedilmesini sağlıyor.” “Olmanın Halleri”nden tadımlık bir parça:

 

tertemiz gömleğime değen akşam-
gölgesi kadar tuhaf... ve kirli-
şeyler yazdım, yazmak buydu;
esenlikler diledim, kendim söyledim
kendime... elbet ulaşır bana sözüm.

 

Sina Akyol hem kendi dilinin şiir geleneğinden, halk şiirinden, mâni tarzından yararlanmıştır hem de başka dillerin şiir geleneğinde, kültüründe oluşmuş imkânları kullanmıştır. Haiku tarzı başta olmak üzere Japon şiir geleneğinde önemli bir yeri olan tanka, renka biçimlerinden de özgürce yararlanmıştır. Haikuyla ilgili olarak bir başka yazımızda geçen şu tanımı alıntılayacağız: “Haiku Japon kültüründe doğup gelişmiş geleneksel bir şiir türüdür. Biçimsel ve içerik bakımından bazı koşulları vardır. Genellikle biçimsel olarak üç dize ve on yedi hece koşulu söz konusudur. İçerik yönündense bakıştan, mevsimlerden ve duygulanımdan söz eden bir üçgen oluşturmayı gerektirir. Aynı zamanda kısa, yalın ve öz bir anlatıma dayanır. Duygunun ve düşüncenin göz kırpma anı olarak da tanımlanabilir. Haiku, yazanı olduğu kadar aslında okuyanı da şair yapan bir şiirdir diyebiliriz. Ya da okuyanla tamamlanan bir şiir…”

Şairin yaşamını yitirmesi üzerine Necmiye Alpay yayımladığı yazıda, Akyol’un şiirinin kaynaklarına dikkat çekerek şunları ifade ediyor: “Türkçe şiirin iyi izleyicilerinden Orhan Kahyaoğlu, Türkiye’de ilk haiku kitabını Sina Akyol’un yazdığını belirtmişti: Orhan Veli başta olmak üzere, Akyol’dan önce de haiku yazanlar olmuş, ama kitap boyu olanını ilk Sina Akyol yazmış. (Küçük bir hatırlatma: Turgay Kantürk’ün haikulardan oluşan kitabı ‘Ay İçin Küçük Şeyler’ de ‘Avluda’yla aynı tarihte, 1996’da yayımlanmıştır.) Kahyaoğlu bunu derken Akyol’un 1996 tarihli ‘Avluda’ adlı kitabını işaret ediyordu. Bunlar haiku mudur, karar vermek zor. Bence Sina Akyol’un şiiri genel bir çizgi olarak Lorca’ya yakındır. Dolayısıyla ‘haiku’dan çok, ‘copla’ya yakın.”

Alpay’ın sözünü ettiği “copla” tarzını Erdal Alova, İspanyol şair Federico Garcia Lorca’nın yetmişinci ölüm yıldönümü anısına çevirdiği ve “Ne Garip Federico Adında Olmak” adıyla yayımlanan seçme şiirlerin girişinde uzun uzun anlatıyor. “Copla” diyor Alova ve devam ediyor: “19. yüzyılın başına değin, İspanyol halkının düğünlerde, şenliklerde, dans eşliğinde belirli bir ezgiyle okuduğu üç-dört dizelik şiirciklerdi. ‘Copla’ söylendiğinde lavta ya da gitar susar, dans sürerdi. Ayrıca, Akdeniz’in pagan ayinlerinde, bahar şenliklerinde, aşk serenatlarında ‘copla’nın köklerini bulmak mümkündür. Hem doğaçtan söylenebilme özellikleri, hem de kolay hatırlanabilmeleri, ‘copla’ların İspanyol halk şiirinin hiçbir türünde görülmediği ölçüde yaygınlaşmasına yol açtı. Köylülerin, zanaatkârların, dadıların, özellikle katır sürücülerinin yaydığı ‘copla’lar ağızdan ağza dolaştı. Yaygınlaşmasıyla birlikte ‘copla’nın konu alanı da genişledi. Aşk ‘copla’larının yanı sıra, hapishane, gemici, madenci, kaçakçı ve meyhane ‘copla’ları ortaya çıktı. Daha çok Endülüs’te ve Kastilya bölgesinde yaygınlaşan ‘copla’ genellikle dört dizeden oluşur, ikinci ve dördüncü dizeleri kafiyelidir. ‘Seguidilla’, ‘cuarteta’, ‘solea’, ‘alegria’, ‘siguiriya gitana’, ‘saeta’ en bilinen biçimleridir. ‘Copla’nın en özgün yanı, bir tek duygunun ya da durumun, en az sözcükle, en çarpıcı biçimde, yalın bir dille anlatılmasıdır.”
Alova, “Türk halk şiirinin mâni türüyle karşılaştırılabilirse de, ben Japon haikusunu ‘copla’ya daha yakın buluyorum” diye de ekliyor.

Şairin 2021 Kasımı’nda yayımlanan on altıncı ve son şiir kitabı “Şiirler”de yer alan küçükler küçücükler başlıklı bölümden bir betik paylaşalım:

Dım
diye

başlamış

tım.


Devamı geldi:
Pıt
deyip düştü

dut.

Taş
taşı

oydukça

kum.

Dahi

toprak.

Dahi

son.

“Dım”, SA, Olmanın Hâlleri
“Pıt diyen sesi dutun”, SA, İkindi Kitabı
“Taş taşı oydukça”, SA, Çayırkuşu Zaten Hep

Modern Türkçe şiirde, Sina Akyol’un ardından, o olmasa olmazdık diyecek, demesi olağan karşılanacak, kimseyi şaşırtmayacak ne çok şair var. Düşünmeye değer. Onun olmasa olmazdım diyeceği şairleriyse şöyle sıralamak mümkün olabilir: Orhan Veli başta elbet. Haiku yazmasa bile, bilhassa İkinciyeniyle birlikte rotasını değiştiren, “Perçemli Sokak”la başlayan döneminden itibaren sözcük tasarrufuyla bu alandaki öncü şairlerden biri olan Oktay Rifat. Hemen hemen aynı tekniğin başka bir veçhesini oluşturan Behçet Necatigil. Elbette baştan sona Fazıl Hüsnü Dağlarca. Şiiri sözcüklerde ve sözcüklerin arasında bulmuş olmasıyla benzeri olmayan Dağlarca. Konu, tema, izlek çeşitlemesi ve yerinde durmayan enerjisiyle İlhan Berk… Onun modern Türkçe şiirdeki yerinin, yalnızca bir Sina Akyol biçemi oluşturmuş olmasıyla değil, bir Sina Akyol tekniği yaratmış olmasıyla da farklılaştığını söylemek mümkün diyebiliriz. Onun şiirde bir ifade tarzı olarak boşluğu olduğu gibi yokluğu ve hiçliği de şiirin yalnızca biçimsel değil, aynı zamanda biçem ve içerik açısından da bir imkâna dönüştürmesi son derece önemlidir.

Sina Akyol’un şiirleri okurlar için olduğu kadar şiir yazanlar ve yazacak olanlar için de ne büyük imkânlar içerdiğinin bilinmesini isteriz.

Demek, telaş da bitti...
İşte o sakin mermer!

Adım ona yazıla..
İnce güzel yazıla

Son söz: Yazının başlığındaki deyişi bir de şöyle yazalım: Şiir, kalıcı bir inceliktir.

 

 

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın