GÜNDOĞUMU UMUDU TEZİ / Janset Karavin

  • Paylaş:
post-title

Janset Karavin

GÜNDOĞUMU UMUDU TEZİ 

Gezi Davası kararı bir hukuk cinayeti. Davası mı dedim? Ağız alışkanlığı. Ortada bir dava falan yok oysa, düpedüz göstermelik bir oyun sahneleniyor. İnsanların daha önce beraat ettirildikleri suçlamalardan hüküm giydiklerinden, yok efendim senelerdir mesnetsiz suçlamalarla itham edilip hapis tutulmalarından falan hiç bahsetmeyeceğim; bunlar ve daha nice saçmalık fazlasıyla yüzeyde, gün gibi ortada zaten. Ben ayaklarımın yere değmesinden ancak dipteysem, su yeterince derinse hoşlanırım. Eh gelin açılalım biraz madem…

Türk tarih tezine ve ulus devletin Türklük tanımına inanmıyor, katılmıyorum ve sessiz kalmayı reddediyorum. Anayasal olarak vatandaşlık bağı üzerinden tanımlanan bir Türklük ileri sürülüyorsa da fiilen Türk olmak demek müfredata göre, Orta Asya’dan gelmiş olmak demek yani etnik Türklük esas. Bu bağlamda bugün bulunulan Anadolu coğrafyasına varana dek pek çok yeri “yurt tutmuş” ve sürekli batıya, hep daha batıya gitmek, buralara kendince “medeniyet” götürmek üzerine inşa edilmiş bu konargöçerlik kültü. Buna bir de Anadolu’nun bu konargöçerlerin İslam’a geçişinin ikinci dalgası diyebileceğimiz bir süreci yaşamakta oldukları zamanlarda ele geçirilmiş olması sahiplenme duygusunu törpüleyen en önemli etkenler.

Anadolu “hep” oradaydı ve uygarlıkların beşiğiydi; İslam’dan da Türk’ten de evvel. İslam öncesi veya dışı unsurların coğrafya tarihine katkısını, özellikle de yaşamakta olan İslam dışı bir inanışın eserleriyse “harabe” olarak değersizleştirmek huydur bizde. Türk ve İslam olmayan “ötekidir.”

Misal bu yazıyı karaladığım evimden kuş uçuşu üç, beş yüz metre mesafedeki Apollon Tapınağı “Yunan gâvurunundur,” yerlisine sorsanız, bizim değil. İşte böylelikle doğduğu topraklara yabancılaşır ulus devletin tarih tezinde tanımını bulan “Türk.”

Anayasal vatandaşlık bağına dayanan Türklük bugün ne kadar gerçekçi?

400 bin dolara ev alan İngiliz, Suriyeli, Arap, Rus, Amerikalı, Afgan Türk mü?

Yasadışı olarak ülkede bulunan, şu ya da bu şekilde hayatını sürdüren ve gidecek başka bir yeri olmayan Afgan, Farisi, Suriyeliler Türk mü?

Biz ne dersek diyelim kendisini etnik Türk olarak tanımlamayan, öyle hissetmeyen ve öyle yaşamayan insanlar da aslında “Türk” mü?

Kürtler de Türk mü?

Çerkesler Türk mü?

Türk tarih tezinin Türkleri olarak “biz” Orta Asya’dan gelip buraları “fethetmeden” önce de burada yaşamış, yaşamakta olan Ermeni ve Grekler Türk mü?

Dağa taşa: “Ne mutlu Türküm diyene,” yazmaya yüz yıl daha devam edersek Türk olurlar mı?

Çocuk sayılacak yaştaydık, bugünkü gibi resmi ideolojinin beyin yıkama makinelerinde iyice bir çitilenmiştik, arkadaşlar aramızda bu Türk kimliği, o sıralar pek popüler bir söylem olan “şemsiye kimlik” kavramı falan tartışıyorduk. Bir arkadaş Türkün şemsiye kavram olduğunu, bu ülkede yaşamak isteyen herkese Türk dendiğini, zamanında bu konuda uzlaşıldığını yoksa Türkiye değil, Mürkiye de denebileceğini; bunun önemli olmadığını falan söyledi. Türkan sakin sakin dinledi, Kürttü, Liceliydi, dedi ki: “O zaman artık Kürdistan diyelim!”

Biz buralı değiliz; Orta Asyalıyız, buraya sonradan geldik ve buraları haklı olarak fethettik çünkü üstünüz, güçlüyüz, İslamız ve elhamdülillah Türküz diyen bu çarpık ve hastalıklı bakışın ileri sürdüğü aidiyet tanımlaması komşuluk hukuku da geliştiremez, dostluk da yeşertemez, ortak bir yaşam ve gelecek hayali de kurdurtmaz hiç kimseye.

Demem o ki evdeki hesap bugünün çarşısına uymuyor, uymayacak. Bu yanlış hesap Bağdat’tan dönmelidir artık. Bu “öteki” üzerinden ve doğduğu coğrafyayı bile ötekileştiren bakış barış, huzur, refah getirmedi, getirmeyecek hiç kimseye.

Önceleri “azınlıkları” dövdü; onlardan yeterince kalmayınca elinde, vursa da istediği sesi getiremeyeceğini kavradığında döndü bu kez Kürtleri, Çerkesleri, Lazları dövmeye başladı. Tutuştuğu bu kayıkçı kavgasından da bıkınca bu sefer kurbansız kalan resmi ideoloji kendi oturduğu dalı kesmeye koyuldu seküler, laisist avına çıkarak. Gezi “Davası” bundan ibarettir. İsimler önemsiz; yargılama adı altında Türk tarih tezine kurban edilenler onlar değiller çünkü sadece, kendini seküler ve laisist tanımlayan sen, ben, herkes. Kürt ya da Türk veya Çerkes, hatta Ermeni yahut Afgan, Suriyeli olman, Yahudi, Hıristiyan, deist, ateist, Müslüman olman bile bir şey değiştirmez, erkesin belki, belki kadın, dahası başın açık ya da kapalı, belki gönülden samimi bir dindarsın ya da işret ehli, âlemci fark etmez, ipe iteklenen sensin.

Ötekileştirmeye ve şiddete dayanan hiçbir yapı “ebediyen” yaşayamaz. İki olasılık vardır böyle baskıcı ideolojilerin faillerini bekleyen; namlunun ucundaki can ya da gerisinde, tetikteki parmağın sahibi olmak. Bu çıkmazdan umut, sevgi, huzur, barış, refah, uygarlık, özgürlük, eşitlik, adalet yaratılamaz.

Önümüze konan karar birkaç insanı cezalandırmak için verilmiş değil, önümüzde bekleyen, Cumhuriyetin 100. yıldönümü değil sadece, “bizim” tarihimizin ya gündoğumu ya da günbatımı. Cumhuriyeti kurtarmak ve ondan da önemlisi felsefesini yeniden inşa etmek yarını görmek istiyorsak tek çıkar yolumuz. Kurtarılmış ve fakat İttihat Terakki kafasıyla kılıçla, topla tüfekle, işkenceyle, zulümle, baskıyla, soykırımla, savaşmayı ve öldürmeyi överek, vatanı kanla, kan akıtmakla, kan dökmekle özdeşleştirerek, kanırta kanırta, mazlum âhı ala ala, zorbaca sürdürülecek bir cumhuriyet değil ihtiyacımız olan. İhtiyacımız olan resmi ideolojinin bir türlü barışamadığı, sahiplenemediği Anadolu coğrafyasına basıp ayaklarımızı, bu coğrafyayı tarihiyle, halklarıyla, yaşam biçimleri ve dil, din, gelenek çeşitliliğiyle yüceltmek.

İnatla yinelediğim gibi bize yeni bir hikâye lazım; içinde yüzleşmek, kucaklaşmak, sahiplenmek, yaşatmak olacak bir hikâye. Tabelaya hepimizi birbiriyle ve doğduğu, yaşadığı, yaşamak hakkı tarihe kazınmış bu topraklarla barıştıracak Anadolu yazabilecek cesaretimiz olsa keşke. Pek erken diye düşünüyorum fakat inanıyorum ki bir gün kendi hikâyemizin hem kahramanları hem de yazarları olacağız. Başaracağız ve bu kez kılıçla, topla tüfekle değil akılla, bilimle, özgürlükle fethedeceğiz gönülleri; barış ve huzur, refah ve mutluluk yaratacak sadakati, aidiyeti; bayrağa bayrak olsun için kan gerekmeyecek, aşk yetecek. İnanıyorum, bunlar olacak, hem eşyanın tabiatına da aykırı başka türlüsü.

Slogan atar gibi yüksek perdeden laflar etmeyi epey iyi kotarırım ama derdim süslü laflar etmek değil, bir durup düşünmenizi sağlamak. Kızdınız belki okurken, köpürdünüz, hatta bastınız küfürü, sayıp sövdünüz. Canınız sağ olsun. Ben sizi seviyorum. Siz de hiç olmazsa kendinizi sevin, sakinleşin, bir düşünün; kimin işine yaradı yüz yıldır birbirimizi boğazlamamız?

Gündoğumu mu bekleyen bizi, günbatımı mı? Keşke bilsem, fakat bunca acıyı bir umuda yaraşır görüyorum, olsa olsa doğum sancıları bunlar diyerek dişimi sıkıyorum.

 

 

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın