Janset Karavin
BARIŞ, HEMEN!
Çocukça diyebilir kimileri, saflıkla itham edilebilirim, düpedüz dünyayı, insanları tanımamakla suçlanabilirim fakat hepsini, her şeyi göze alıyorum; şiddetle ulaşılan sözde çözümün gerçekte çözümsüzlük olduğu bin yıl sonra bile olsa açığa çıkar. Savaş kazananın da kaybedenin de felâketidir.
Ben de sizin gibi izledim televizyonlarda, ne çok savaş sevici var. Bir kurşunun kaç para olduğu ne de mühim mesele. O pek kıymetli mermiyle ölecek insanın beş kuruş etmemesi kimsenin umurunda değil. Uçaklar, tanklar toplar sayılıyor, onun bu kadar “askeri” var, bunun şu kadar tüfeği var…
Biri o topraklar hep bizimdi, zaten orada yaşayanlar da bizden, başkası değiller, diyor. Ötekiler kabul edilemez, bu yapılan işgal diyor. Toprak kimindir? Altı da üstü de müthiş verimli, her işe elverişli, cennet gibi bir coğrafya hayal edin, ki pek de gözlerinizi yummanıza lüzum yok, hatta aksine açmanız şart; evinizde okuyorsanız bunları yerinizden kalkıp bir zahmet pencereye gidin, dışarıya bakın yeter. Tek bir insan kalmamış tut ki bu topraklarda. Kimin bu cennet parçası şimdi? Kurtların kuşların belki. İnsan gelip almamış, kendinin ilan etmemiş miydi zaten bir vakitler? Hepimizin tecrübe edilecek tek bir hayatımız varken, gene “sözde” kimi insanların bir araya gelip, “ötekilerin” (bizim mesela) yaşam haklarımıza, özgürlüklerimize göz dikmelerini, gasp etmelerini mantıklı gerekçelerle açıklamaya çalışmaktan lüzumsuz bir iş olamaz.
Yazıp çizdiğimiz o ilk günden beri birbirimizi öldürdüğümüzü biliyoruz. Savaş, kan ve acı fışkırıyor taş tabletlerden, papirüslerden, el yazmalarından, ciltler dolusu kayıttan. Ders almıyoruz. Açgözlü, uslanmaz ve hafızasızız. Binlerce yıldan sonra bugün hâlâ anlaşmazlıklarımızı savaşarak çözebileceğimizi düşünüyor bazılarımız. Buna “medeniyet” mi diyeceğiz?
Zaten “medeniyet” değil, “kapitalizm” ya da “emperyalizm” bu diyeceksiniz. Tıkır tıkır işleyen bir saat gibi işliyor kanımızla beslenen bu düzen. Biz hep açız, biz hep tutunacak bir umut dalına muhtacız, biz hep sözde kutsal bir şeyler; bazen bir parça toprak, bazen bir parça kumaş, bazen kocaman bir ortak çıkar, iyilik için ölüyoruz. Birileri hep bu masalı anlatıp duruyor bize, beyinlerimizi yıkıyor; işleri bu, onlar aç kalmıyorlar, onlar dünyada cenneti yaşıyorlar yeryüzünü cehenneme çevirerek, silah satarak, tetiğe basacak parmağı yetiştirerek. “İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir,” diyor Sabahattin Ali. 115 yıl önce, bugün doğmuştu. Bugün hâlâ en çok okunan yazarlarından Türkçenin. Neden? Zamanöte miydi düşünceleri, özümüzü mü yakalıyordu, insan olmak nedir yüzümüze mi çarpıyordu; muhakkak ve fakat bir sebep daha var, kabuk dışında neredeyse hiçbir şey değişmedi!
Savaş karşıtlığını dünyayı, insanı tanımamak, çocukluk olarak görenler olacak. İnsan böyledir, insan insanın kurdurur. İnsan acımasızdır, katildir, güçlü hayatta kalır, diyecekler. Bütün bu “kötülüklerin” ve çirkin duyguların en güçlü hisler, güdüler olduğunu iddia edecekler ve üstelik bunların hayatta kalmayı sağladıkları denendiği, görüldüğü için “iyi” nitelikler olarak bile görülebileceğini. İnsan şeytanın kendidir diyecekler. Hayır, insan özünde iyidir, çiçekler böcekler, balinaları kurtaralım falan demeyeceğim. Ben susacağım, Sabahattin Ali cevap versin: “İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey hakikatleri görmekten kaçmak ihtiyatı var.”
Yekten umutsuz muyum, hayır. Hiç değilse şu kadarını biliyorum, size de çıtlatayım; bize bugün iyi gelen, nefes aldıran ne varsa sanat, bilim adına, bu buluşların, eserlerin handiyse hepsi tıpkı böyle savaş, felaket süreçleri yaşanırken yapılmış, bulunmuş, yaratılmış; demem o ki hiç değilse sanat ve bilim var, kim bilir neler sunacak bize gelecek, umut hep var.
Dedim ya televizyonlar “stratejist” kaynıyor; hepsi top tüfek, asker sayıp döküyor, askeri harekât nedir, nasıl olur tükürükler saça döke anlatıyorlar. Tetiğe basan parmağın sahibi de insan, merminin saplandığı bedenin sahibi de. Sanki insan yokmuş, öldüren de ölen de insan değilmiş gibi büyük bir hevesle anlatıyorlar. Hiç ölmediler tabii, biz de ölmedik bunları yazdığıma, siz de okuduğunuza göre; belki ölmüş bir insan, herhangi canlı da görmemişizdir; belki ölmek üzere bir insanın yanında da bulunmamışızdır ama ölmek üstüne mutlaka düşünmüşüzdür çünkü insanız; hepimiz öleceğiz bir gün. Ölmek diye bir şey var; biz mi yapıyoruz bunu da? Öldü, diyorlar. Sanki ölen insanın bir edimi gibi; ölmek için bir çabası varmış gibi. Hepimiz son sürat yaşarken yavaş yavaş öldürülüyoruz insanlığın zihin sınırlarında bugün.
Televizyonda savaş izlemiştik Irak’ın işgalinde, gene izliyoruz “bir tuhaf” adeta “insansız” savaş yorumları içinde. Benim aklımda silahlanıp savaşa katılacak babasıyla vedalaşan küçük kız kalıyor, metro istasyonlarında, derme çatma sığınaklarda, yerlerde oturmuş, korkuyla titreyen sefil insanlar, Rus askerlerce öldürülüp cesetleri bir alışveriş merkezi önüne dizilmiş milisler kalıyor. İçlerinden biri belki de o küçük kızın babasıdır, kim bilir?
Taraf olmaktan bahsedenler görüyorum; onlar mı haklı, bunlar mı? Kimin tarafındasın? Babasını savaşa yollayan küçük kızın tarafındayım ben, Rusya’da barış için sokaklara dökülenlerin yanında.
Savaşı yaratan bu düzen ya da adını koyalım: Başarısızlık hepimizin. Daha fena çuvallayamazdık; binlerce yıldır birbirimizi öldürüyoruz, özgürlüklerimizi gasp ediyor, yaşam haklarımızı ihlal ediyoruz ve vazgeçmiyoruz. Birbirimizi öldürmekle kalsak iyi, yeryüzüne bile savaş açmışız düpedüz; doğayı mahvediyoruz inatla, inatla bindiğimiz dalı kesiyoruz.
İster saf deyin bana, ister düpedüz aptal, daha fazla “büyük başarıya,” savaşa değil, acilen barışa, özgürlüğe, sevgiye ihtiyacımız var. Dün bile geçti, yarın zaten geç olacak. Sarmakla bitmez yaralarımız. Bize savaşmak için “mantıklı” gerekçeler sıralayanlar değil, barışmak için gülümseyen, dostça sarılan, bize yaşamak istediğimiz, çocuklarımızın, torunlarımızın, sevdiklerimizin, bütün insanlığın yaşamasını isteyeceğimiz bir geleceği anlatacak insanlara, cepheye en önde koşacak aslan yüreklilere değil, barışı kuracak kadar cesur, mangal yürekli güzel insanlara ihtiyacımız var.
Bugünleri yaşasa aklı başında yerel karşı duruşuna katılmakla beraber fikirlerine bütünüyle katılacağımı pek düşünmediğim ama yaşamak hakkı için hayatımı bile ortaya koyabileceğim, hayatı savaşların gölgesinde geçmiş, Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olan, savaş endişesiyle üç kere silah altına alınmış Sabahattin Ali konuşsun, kapatsın perdeyi bir asır evvelden.
“Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir. Yeni bir başlangıç için her şeyi yıkmanın vakti!”
E-Bülten
Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.
Yorum Bırakın