HARİÇTEN GAZEL / Hale Koray

  • Paylaş:
post-title

Hale Koray

HARİÇTEN GAZEL

 

Anadolu Yakası’nda öğretmenlik yaptığım yıllardı. Bir öğrenci yanıma yaklaşarak, “Dün sizi Üsküdar’da gördüm” dedi. Yüzüne, “Ee?” der gibi baktım. “Pazardan geliyordunuz” dedi. “Elinizde bir file vardı.

“..?”

“Filenizden sebzeler sarkıyordu. Çok şaşırdım!”

“..?”

“Hiç düşünemezdim sizi öyle; filenizden hıyarlar, pırasalar, ıspanaklar sarkarak pazar yolunda. Kötü oldum. Bir anda öbür kadınlardan hiç farkınız kalmamıştı. Dedim ya, fena oldum, hemen kaçtım oradan.”

Ders dışında sanattan edebiyattan konuştuğumuz meraklı, duygulu bir delikanlıydı. Pazar alışverişimin onda uyandırdığı infial Swift’in aklını yitirmezden önce (ya da bulmazdan önce, yoruma bağlı) bir gün sevgilisi Stella’yı tuvalette görüp, “Aman Tanrım! Olamaz. Bu mümkün mü? Stella da tıpkı öteki ölümlüler gibi def-i hacet ediyor” diye krize tutulmasını hatırlatmıştı.

Homer, Sheakespeare, Hegel, Thomas Mann, Solon Yasaları, Selçuklu Mimarisi, Tasavvuf Felsefesi, Evliya Çelebi’den söz ettiği öğretmeninin pazarda alışveriş yaparken görülmesi bir gençlik faciası teşkil edebilir, tabii... Ona, bütün bunlara rağmen arada sırada benim de pırasa pişirebileceğimi, bunun doğal ve kaçınılmaz olduğunu filan anlatmaya çalıştıysam da ilişkimiz eski sıcaklığını geri gelmemecesine yitirdi. (Üsküdar pazarında alışveriş yapmak insanın başına çok işler açabilir!) Ben de kendi hâline bıraktım çocukcağızı. Sevgilisinin de öbür ölümlüler gibi def-i hacet ettiğini keşfedeceği “o menhus güne” kadar biraz düş kırıklığı antrenmanı yapmasında fayda vardı.

Nedendir bilinmez, birilerini sevmeye görelim, derhal herkesten ayrı koyarız. Bir kaidenin üzerine yerleştiririz. Anıtlaştırırız. Yanlış yapamazlar. Müsaademiz yoktur. Yanlış olmasa da harcıâlemlik yapmalarına asla ve kata izin veremeyiz. Küçük yalanlar söyleyemezler, saçmalayamazlar, sokak kavgalarına tutuşamazlar; banal bir göbek atma, tamamen koyduğumuz yasaklar içindedir. Hatırlıyorum ilk sevgilim, Ümit Yaşar'ı seviyor diye düşmüştü gözümden. Oysa kimi şiirlerini şimdi ben de seviyorum, belli bir nostaljiyle de olsa.

Bu putlaştırmada bir tutam baskı (sevgi adına da olsa) yok mudur? Yani sevgimiz saygımız şarta bağlanmaz mı böyle olunca? İnsanüstü olma, olağan dışı olma talebi dikenli tellerle örmez mi çevresini sevgimizin? Aleladelik, tekdüzelik, yalınkatlık, sığlık, azıcık kibir, biraz ego tatmini, kimseye ilişmeden, söyle gönlümüzce saçmalayabilme özgürlüğünü çok mu görür bize bizi yücelterek sevenimiz? Evet. Fakat bu hoşgörüsüzlük “senin en kıymetli hazinendir”. Neden?

Standartları yüksektir. Daha iyiyi, daha güzeli, daha doğruyu, hakça olanı, soyluyu, insan onurunu yere düşürmeyeni aramaya zorlar insanı. Kalite değerlendirmesinin özünde bu affedilmemek, bu otlağa salıverilmemek, bu öz disiplin gizlidir. Mayışmaya mahal verdirmez. Soluğu ensemizdedir. Pencerelerimizi zorlar her gece o talepkâr rüzgâr.

Türkiye sevdalıları iste böyle bir açmaz içinde buluyor kendilerini. Hayret! Şu benim Türkiye’me bak... Nasıl olur? Bu mümkün mü?.. Hafta sonunda üç kafadar, felekten ya da kaygısız üniversite gençliği yıllarımızdan bir gece çaldık. Şarap, sigara, envai çeşit nostaljik müzik… Aramızdan biri anlatmaya başladı… Çekilen acıları ortaya dökmek bedava psikanaliz galiba. Benim kuşağımın işkence görmüşleri, o zamanın iktidarları için “su yolunda kırılan testi”. Bugünkü iktidar da daha yaratıcı değil. “Cumhurbaşkanına hakaret” dediler mi, tamamdır. Hayatın bildiğin, umduğun, yıllarca eğitimle hazırlandığın hâliyle sona ermiştir. Kim bu Cumhurbaşkanı’na hakaretten bu kadar korkan? Hem hakaret nedir? Birisi, “Sen orospusun” dese hakaret etmiş mi olur? Orospu değilsen bunu bilirsin. Orospu olsan bu senin seçimindir. İki hâlde de hakaret midir bu? Yoksa durum saptaması, gözlem midir?

Bu sözden alınabilecek tek kişi gerçekten orospuluk yapan ama bunun duyulmasından çok endişeli olandır. Bazılarının Gandi’ye, bazılarının da Eleanor Roosevelt’e mal ettiği bir sözdür. (Belki ayrı zamanlarda aynı sözü söylemiştir bu iki kocaman yürekli insan, birbirinden habersiz, kim bilir?) “Kimse rızam olmadan bana hakaret edemez.” (Gandi, “beni incitemez” demiş. Ne yazık ki rızasını almadan katledildi bir başka Hindu tarafından, Satyagrahan ["gerçek"ten caymama] felsefesini savunduğu için.)

Gece ilerliyor…

Vefasız sevgilimiz Türkiye’nin zaman zaman üzerimizden nasıl buldozerle geçtiğini biraz marazlı bir tat ile anlatmaya devam ediyoruz. “İşte bizim sevgili Türkiye’miz” diyor kafadarlardan biri. Öteki, 1987’de Eminönü'nde patlayan bir bomba olayını hatırlıyor. Az konuşan biri genelde. Havada uçan kopuk insan kollarını ve bu görüntünün onda uyandırdığı dehşeti sakin, öfkesiz bir sesle iletebiliyor. Arkası çorap söküğü gibi geliyor. Tevellüdü müsait olanlar, Menderes’in intihar teşebbüsünden sonra kurtarılarak bir gün sonra idam edilmesine kadar uzandılar. (Belki de darağacı manzarasından ailesini esirgemeye çalışıyordu adamcağız.) Sonra Deniz Gezmiş'ler, Bedrettin Cömert’ler, Tütengil’ler, Çetin Emeç’ler, Bahriye Üçok’lar, Uğur Mumcu’lar anıldı. Dönüp tarihe bakmaya cesareti olan biri, Seyit Rıza’nın son sözlerini tekrarladı: “Ayıptır, günahtır, zulümdür!”

En gencimizdi gerçi o ama Dersimliydi.

Yemeğin sonuna doğru dünyadan habersizin merakıyla soruldu, “Nedir? Ne oluyor?” diye. “Alıp veremediğimiz ne? Bizi bize bu kadar düşman kılan ne menem bir güçtür? Sevgiden güçlü müdür?”

Ey Türkiye! Seni böyle sevmem mümkün mü? Evet, mümkün. Kanayarak... Her dost sofrasında yediğim ekmek boğazıma dizili, içtiğim su gözlerimden fışkırarak… Sevgimin kadrini bil. Yücel, ona yetiş. Cüce aşkların sevgilisi olma. Seni savunmaktan bıktım usandım. Yoruldum da. Kendini yenile. Aç kapılarını sevenlerine. Bona gratia![1] Bırak fodulluğu. Kopart at zorbalığın boyunduruğunu, kır zincirlerini Orta Çağ alışkanlıklarının! Sebepsiz gözaltıları, yargısız hapisleri, karakol dayaklarını, kızlık zarı muayenelerini bırak. Devletin eli şifa, refah, güvenlik, bilgi dağıtmalıdır insanına; genç kızların tumanlarında dolaşmamalıdır.

Bırak artık bu leş kokulu totalitarizmi.

Başka seçeneğin mi var ki?

Seneca’nın dediği gibi: “Necessitas non habet legem.”[2]

 

 

 

[1] Karşılıklı rızayla –e.n.

[2] Zaruret kanun tanımaz –e.n.

 

 

 

[1] Karşılıklı rızayla –e.n.

[2] Zaruret kanun tanımaz –e.n.

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın