EV RULETİ - YAPIYIKIM VE ŞİİR / Hicran Aslan

  • Paylaş:
post-title

Hicran Aslan

EV RULETİ - YAPIYIKIM VE ŞİİR                                   

Günler sonra evimize ilk girdiğimizde eve yabancılaşmıştık. Hızla alacaklarımızı alacak ve çıkacaktık. Sürekli devam eden artçılar, kat sayısı arttıkça kendini daha çok hissettiriyordu. Girişe adım atar atmaz artık evle ilişkimizin değişeceğini, karşılıklı konuşmalarımızın bir rulete dönüşeceğini anlamıştım. "Bir meydanın farkına varabilmek için; insanın oraya dört ayrı yönden yaklaşması, hatta orayı dört ayrı yerden terk etmesi gerekir." diyor Benjamin. Bizim de evi, taşı, ait olmayı ve sahip olmayı dört ayrı yönden kuşatıp, dört ayrı yönden terk etmemiz gerekiyordu şüphesiz ki. Teorik bagajları yüklü doğanın, vahşi alt katmanlarına kulak kabartarak, yaraları, çatışma ve bitişme çizgileri, düşünceyle duygu arasında kısa devreye uğramış kurucu atılımları ve mimarisine yeniden yaklaşmak ve onun hakkında bildiğimiz, yazdığımız, edindiğimiz her şeyi terk etmek gerekiyordu.

Ekonomisini konut edinmek üzerine kuran, inşaat sektöründen beslenen bir ülke haline geldik ne yazık ki. Diğer üretim alanlarının hepsi kullanılmaz hale getirildi. İnsanların hayali, birikimi, yatırımı konuta yöneliyor. Coğrafya bilmek sadece konut ve yerleşim bilgisini değil aynı zamanda o yerleşimde üretilebilecekleri çeşitlendirmenin bilgisini de içerir.

Konuştuklarımıza; evin sesi değişmiş diyordum. Eşyaların sesi, hareketi, ritmi. Bunu ilk deprem anıyla ilgili konuştuğumuz herkesten de duymuştum. Sarsıntıdan önce, sesle uyandıklarını çok beklemiş, duymazdan gelinmiş öfkeli bir kırılmanın sesini işittiklerini söylüyorlardı. Evin, eşyanın, hayatın ve kendimizin seslerini gözün hakimiyetine terk ettik. Bakışın tek taraflılığı içinde baktık eve. Evin de bize baktığını unuttuk. Eşyanın, taşın, oluşun sesini, gözünü ve bilgisini unuttuk. Gözün hakimiyetinden körleştiğimiz bu arafta yaşarken; bu depremlerle birlikte işitme duyusunun tarihsel gerileyişinde de bir deprem oldu bence. "Dinleyen anlatanın ortağıdır." diyor Hz. Ali. Görselin şaşaasından kamaşmış gözlerimizle, yaşamımızdaki her şeyin de gözleri olduğunu unutmuştuk. Görülmeden görme ayrıcalığının yanıltıcılığı ve şımarıklığı içinde sesini duymayı unutmuştuk çevremizdeki her şeyin. Dinleyebilseydik anlatılanlarla ortaklaşır ve sorumluluk alırdık. İnsana, edebiyatta ve şiirdeki onca evcil tona rağmen evlerimizin, eşyalarımızın, yeryüzünün, taşın ve doğanın sesini işitmemiştik. Öteki duyular zihinsel ile görsel algı arasında kısa devre yapmışlardı.

Şimdi önümüzde çok sesli belirsizlik, kesintisiz hareket. İşte o zaman acımasızdır el, ayak. Herkes yeniden başlar! "Doğada ne ödül vardır ne de ceza sadece sonuçlar vardır." diyor Robert Ingersoll. Bütünün kristali kırılmıştır. Çünkü taşların aklı vardır. Çünkü ilk sayfa taştı. İçinde olduğumuz bu patetik yanılgıda isteklerimizi, nesnenin kendisinin isteğiymiş gibi algıladık. Şimdi sahip olmayı değil ait olmayı referans alarak görmek ve görülmenin dengesinde taşın ve eşyanın yerliliğini kıskanarak belki, sorumluluk alacağız. Çünkü biz sahip olduğumuz hiçbir şeyin yerlisi olamamıştık…

"Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır."diyor Adorno. Asıl o zaman yazmak gerekir diyor belki de. Asıl o zaman ağzı hala sıcak olanlar ağzı soğuyan her şeyi yazmalı. Sıradanın odasında bize hala sonsuzmuş gibi görünen her şeyi, geçiciliğe yapılmış o çok eski haksızlığı yazmalı. Akıl yürüterek yenemediğini şakanın gücüyle değersizleştiren orta sınıfa özgü stratejiden de vazgeçerek. "Doğrunun tamamını kimse söyleyemez. Yeterince kelime yoktur. Doğruyu gerçek olana yaklaştıran da bu imkansızlıktır." diyor Lacan. Her şiirin yazıyla, sözcülerle yazıldığı yanılgısından kurtularak. İlk sayfanın ve ilk harfin referanslarını da yanına alarak yaşamak. Şiirin ve şairin birbirine dönüştüğü duygu tonunu yanındaki düşünsel birimlere de bulaştırmak.

"Yıkım zamanında şairler ne yapar?" diye soruyor Hölderlin. Çünkü artık haklarını koruyamayacak olanı, ölen kişiyi ve canlı gömülen onca şeyi, ânın organlarını, bir bedende diriltilemez olanı yazarken defalarca yeniden ölürüz. Bu kez diriltirken ve kulağımızda hiç kurumayacak o seslere hakkını teslim ederken ve bu sürmekte olan süreci adlandırırken beklediğimiz tehlikeyi kurtuluşa dönüştürmek zorundayız. Bu kez sonuçlardan ve yeni seslerden başlayacağız. Nesnenin kalbinden yola çıkarak şeylerin buyruğundaki çıraklığımıza döneceğiz. Sessiz sandığımızın çekirdeğine yolculuğumuza yazan eli değil durduran eli, kendi içine gömülmüş bir "hayır" gibi olan evi dinleyerek başlayacağız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın