Funda Önkol
AMAZON, MİSTER NO VE ORMAN OKYANUSLARI [ I ]
Yolculuk gerçek anlamını beklemediğimiz şeylerle karşılaştığımızda kazanır. Yoksa karşılaşmayı beklediğimiz, bizi şaşırtmayacak hiçbir şey macera değildir.
Brezilya’ya yolculuğum ilk andan itibaren sürprizlerle doluydu. Öncelikle yola çıkmadan önce üç aylık bir seyahat planlamıyordum. Aslında bir seyahat bile planlamıyordum. Arkadaşım Jim “Sister, sana çok ihtiyacım var, perişanım.” dediği anda uçak biletimi aldım, bavulumu topladım, üç gün sonra Sao Paola’nun merkezinden yarım saat uzaklıktaki Campinas’ta Jim’in yanındaydım.
Campinas’a yirmi üçüncü kattan bakan, olağanüstü güvenlikli, beş yüz metrekare bir daireden bakıp, aşağıda ne olup bittiğini anlamam mümkün değildi. Ancak ikinci gün Jim iş yerinden arayıp Rio Karnavalı’na gitmek üzere akşamüzeri yola çıkacağımızı ve hazırlanmam gerektiğini söyledi. Jim, ben ve Jim’in iş yerinden iki Hintli yönetici ile yola koyulduk. İşte böylece Brezilya’nın yüzeyine indim. Altı saatlik araba yolculuğundan sonra Rio de Janeiro’ya vardık. Şimdi size karnavalı anlatacağımı sanıyorsunuz. Hayır, karnavalı anlatmayacağım. Rio karnavalını sayısız kaynaktan dinlemiş, okumuş ya da televizyonda izlemişsinizdir. Bildiklerinizin üstüne ekleyeceğim bir şey yok.
Ben size Manaus’u anlatmak ve Amazon havzasından söz etmek istiyorum. Rio Karnavalı’nda çılgınca eğlenip, Sao Paolo’ya döndükten sonra Jim’in hastalanan annesini görmek için Florida’ya gitmesi gerekti. Ben de bunu fırsat bilip on beş günlüğüne Amazon’un ortasına gitmek istediğimi söyledim. Tüm muhalefetine karşın, direttiği koşulları kabul edip Jim’i ikna etmeyi başardım.
Amazon Ormanları hayatıma ilk kez çocukluk günlerimde Mister No ile girmişti. Çizgi romanda anlatıldığına göre İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Manaus’a yerleşmişti anti-kahramanım Mister No ve çoğunlukla iradesi dışında, istemediği maceralara atılmak zorunda kalıyordu hep. Sergio Bonelli tarafından yazılan ve Gallieno Ferri tarafından çizilen Mister No’nun bir önceki kitapta yarım kalan öyküsünü tamamlayacak yeni sayısını sabırsızlıkla beklerdim. Sonra dolardı odama Amazon’un sıcağı, Esse-Esse’nin kahkahaları, Paulo Adolfo’nun “cantina”sının ve “cachaça”nın keskin kokuları…
Ardından Boğaziçi Üniversitesi’nin şanslı öğrencilerinden biri olarak Alain Duben’den antropoloji dersi aldım. Dersin zorunlu kitapları arasında Fransız antropolog Napoleon Chagnon’un uzun yıllar aralarında yaşayarak incelediği Amazon yerlileri Yanomamö’ler hakkında yazdığı kitap da vardı. Yanomamö: The Fierce People kitabı uzun süre hayallerime yeni hayaller katmıştı. Bir gün o diyarları görmek de bu hayallerin arasındaydı.
Sao Paola’dan yaklaşık dört buçuk saatlik bir uçak yolculuğunun sonunda Manaus’a iniş için alçalmaya başlamıştık. Uçağın penceresinden aşağıya baktığımda ağaçların yoğunluğundan ineceğimiz pisti göremiyordum. En sonunda incecik, kısa, tek bir uçağın inebileceği ya da kalkabileceği büyüklükteki bir pist ortaya çıktı orman okyanusunun ortasında. Güneş batmak üzereyken iniş yaptık. Ağaçların yeşili hızla daha da koyulaşarak, siyaha çalmaya başlamıştı. Uçaktan dışarı adım atar atmaz yüzüme çarpan havanın kokusu beni şaşkına çevirdi. Beklediğim koku taze, yağmur sonrası almaya alışık olduğumuz, yenilenme hissi veren ozon kokusuydu. Onun yerine, o andan başlayıp sonraki on beş gün süresince tüm giysilerime, tenime sinecek olan ağır, diğer tüm kokuları ezen bir çürüme kokusu tüm organlarıma nüfuz ediyordu. İşte macera başlamıştı: Amazon “yaşam”dan daha çok “ölüm” demekti. Şaşkındım, karanlık ormandan tanımadığım kuşların çığlıklarını duyuyordum.
Küçük havaalanı binasının önündeki tek taksiye binip, şoföre Hotel Tropicanas’a gitmek istediğimi söyledim. Bu Jim’in koşullarından biriydi. Bu otelde kalmak zorundaydım. Oysaki, Mister No’nun her zaman kaldığı “Hotel Amazonas’a!” deyip, Manaus’un merkezinde onun odasında uyumak isterdim. Otele ulaştığımızda hava kararmıştı. Burası bizim tatil köyü olarak adlandırdığımız yerler gibiydi. Otel, nehrin kenarında geniş bir alana yayılmış, oldukça büyük, koloniyal tarzda alçak bir yapıydı. Arazisinin içinde Amazon’a özgü hayvanların barındığı bir bahçesi bile vardı. Tabii beni karşılayan otel personeli dünyanın tüm diğer yerlerinde olduğu gibi “yalnız, genç bir Türk kadını”nı ağırlıyor olmaktan dolayı şaşkın ve ne yapacaklarını bilemez bir haldeydiler. Ertesi gün koyu renk ağaç eşyalarla dekore edilmiş, nedense bana “Ahududu” tiyatro oyununu anımsatan odamdan çıktığımda tüm otel personeli adımı biliyordu. Neyse ki kimse ahududu likörü teklif etmedi. Ancak resepsiyonda çalışanlar yapabileceklerim konusunda detaylı bilgiler vermeyi ihmal etmediler.
Amazon Havzası yaklaşık yedi milyon kilometre karelik bir alana yayılıyor ve Güney Amerika Kıtası’nın yaklaşık %44’ünü kaplıyor. Dünyanın en büyük su havzası ve yeryüzündeki yağmur ormanlarının yarısı Amazon’da. Biyo-çeşitlilik açısından da dünyanın en büyük rezervi. Sayısız endemik türe ev sahipliği yapıyor ve yaklaşık üç milyon çeşit hayvan ve bitki türünü barındırıyor. Böyle bir cevher tabii ki insanoğlunun gözünden kaçmıyor. Bildiğimiz sömürgeci ülkeler Amazon’dan ellerini çekmiyorlar. Tarım, hayvancılık için dünyanın akciğerlerini katledip, ağaçları ticari amaçla kullanmak için kesiyorlar. Son verilere göre 2020-21 yılları arasında 13.235 kilometre kare orman yok edildi ki bu 2006 yılından bu yana en yüksek rakam. Dünyanın karbon deposu olarak nitelendirilen Amazon Ormanları dünyadaki fosil yakıt emisyonlarının 1/10’unu emiyor. Ancak ikim değişikliği ve kuraklık nedeniyle son yıllarda bu süreç tersine işlemeye başladı. Karbon deposu olarak gördüğümüz yağmur ormanları bundan böyle yeni bir karbon emisyon kaynağı olma riskini taşıyor. Ormandaki kötü adamları bertaraf etmek için belki de birkaç Mister No’ya daha ihtiyacımız var!
Manaus, Amazon’un kolları Rio Negro ve Rio Solimões’in birleştiği yere çok yakın, Rio Negro’nun kıyısında kurulmuş bir şehir. Rio Negro adından da anlaşılacağı gibi siyah bir renge sahip. Yatağının içerdiği malzemeler nedeniyle suyunun asiditesi yüksek. Bu özelliği sivrisinek yumurtaları için uygun bir ortam sağlamadığından nehrin bu kolunda sivrisinek pek bulunmuyor. Bu da küçük şehirde sıtmaya yakalanma riskini en aza indiriyor. Diğer kol Rio Solimões ise sarımtırak renkte, çamurlu görüntüde bir akarsu. İki kol farklı kimyasal özelliklere ve derişimlere sahip oldukları için buluştuktan sonra kilometrelerce karışmadan yan yana akarak görsel bir şölen yaratıyorlar. Birbirlerine iyice alıştıktan sonra ruhlarını açan insanlar gibi incelikle geçişiyorlar sonunda. Bazı din kitaplarında sözü edilen ve karışmadan uzun mesafeleri yan yana kat eden iki renk akarsuyun Amazon’un bu kolları olduğu söylenegeliyor.
Nehirde dolaşmak için turistik geziler düzenleyen şirketler var. Ben de böyle bir tura katılıyorum. Kısıtlı bir alanda dolaştırarak görevlerini yerine getiriyorlar. Görmeyi beklemediğim ilginç şeylerden biri nehrin çeşitli noktalarında orta yerde duran, yüzen asker barakaları. Bunlar Amazon’a kıyısı olan ülkeler arasındaki uyuşturucu kaçakçılığını önlemek için sürekli hazır durumda askerlerle dolu. Askerler şüpheli gördükleri tekneleri durdurup, arama yapabiliyorlar. Bir anda masal kahramanları gibi ortaya çıkan Amazon’un pembe yunusları bu görüntüyü ruhumdan çekip alıyor. Yunusların düşmanlarından korunmak için Amazon toprağının kırmızımtırak rengine adapte oldukları ve bu nedenle derilerinin pembeye döndüğü düşünülüyor. Şu adaptasyon işi her zaman merak ettiğim bir konu oldu doğrusu. Bu topraklarda doğmuş olsaydım nasıl olurdum diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Ahşap bir kanonun içinde iki küçük çocuk görüyorum. Birinin yaşı beş, diğerinin yedi civarında olmalı. Ellerindeki ahşap tasla nehirden su alıp başlarından aşağı dökerek yıkanıyorlar ve yanlarından kano büyüklüğünde bir timsah geçiyor. Çocuklar oralı olmuyorlar. Günlük bakımlarını yapmayı sürdürüyorlar. Bu da bir başka adaptasyon şekli diye düşünüyorum.
Nehrin kıyısında, her an suya kayacakmış hissi yaratan, çerden, çöpten yapılmış evlere bakıyorum. Birilerine yuva olan, çocuklarını büyüttükleri, acılarını sevinçlerini içinde yaşadıkları, artıklardan inşa evlere… Rio Karnavalı’nın tüm etkisi sıyrılıyor üzerimden. Allı pullu ritimler hüzünlü ezgilere dönüşüyor ruhumda, bedenimde. Brezilya’nın yalnızca bir ülke değil, kıta büyüklüğünde bir kara parçası olduğunu idrak ediyorum ilk kez. Ve bedenden taşan neşenin bazen en derin acı olabileceğini…
E-Bülten
Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.
Yorum Bırakın