SIRADAN BİR ADAM, SIRADAN BİR SAVAŞ / Onur Sakarya

  • Paylaş:
post-title

Onur Sakarya 

SIRADAN BİR ADAM, SIRADAN BİR SAVAŞ

Evinde oturuyordu. Evini seviyordu. Korunmayı, korunaklı bir yerde olmayı seviyordu. Vergisini veriyordu. Trafik cezası yoktu. Adına açılmış herhangi bir dava yoktu. 30 sene çalıştı. Emekli oldu. Ev aldı. Evini seviyordu. Karısı öleli iki sene olmuştu. Karısını sevmişti. Severek evlenmişlerdi. İki çocukları olmuştu. İkisi de yurtdışında yaşıyordu. İkisi de bölümlerini birincilikle bitirmişti. Devletini seviyordu. Vatanını, bayrağını seviyordu. Fakat kırılgandı, duygusaldı; arada bir şiir yazıyordu. Hatta Posta Şairleri köşesinde iki şiiri çıkmıştı. İlkokuldan beri tuttuğu bir günlüğü vardı. Her gün değil ama ara sıra oraya da yazıyordu. Rutin bir adamdı. Sabah kalkar, kahvaltısını yapar ve sabah haberlerini izlerdi. Savaş çoktan sınırlara dayanmıştı. Onun için pek önemi yoktu. Ne de olsa evindeydi. Ne de olsa vergisini veriyordu. Ne de olsa faturalarını ödüyor ve hiçbir şeye itiraz etmiyordu. Devlet onun gibi bir vatandaşı nereden bulacaktı. Yakışıklı sayılmazdı, göbeği kat kat olmuştu, gözlüklüydü, keldi, şaşıydı, topaldı, evini gerçekten çok seviyordu ve pek dışarı çıkmıyordu. Bulmaca çözüyor ve çiçeklerini suluyordu. Karısından yadigâr kalan çiçekleri.

Savaş sınırlara dayanmıştı. Önemli değildi. O, ülkenin başkentinde yani tam ortasında yaşamını sürdürüyordu. Sonuçta, savaş başkente gelemezdi. Vergisini vermişti ve ülkesi bu vergilerle çok güçlü silahlar almıştı. Gurur duyuyordu. Ülkesinin aldığı savaş araçlarına bayılıyordu. Uçaklara, tanklara, makineli tüfeklere, el bombalarına, mayınlara, gece görüş gözlüklerine, tanksavar mermilerine, askerlerin teçhizatlarına, ne güzeldi…

Evini seviyordu. Korunaklıydı. Arada bir çocuklarıyla konuşuyordu. Görüntülü. Teknolojiden anlamazdı ama en azından sosyal mecraya fotoğraf koymayı biliyordu. Evindeki çiçeklerin, perdelerin, eşyaların, sokağının fotoğraflarını koyuyordu. Bazen de kendi yakışıklı fotoğraflarını…

Yemeğini kendisi yapıyordu. Karısı öldüğünden beri yemeğini kendisi yapıyordu. Yeniden evlenmek gibi bir düşüncesi yoktu. Sonuçta yaşamının sonlarında olduğunu biliyordu ve bir başkasına bu yükü yüklemek istemiyordu ya da yalnızlığa gerçekten tapmaya başlamıştı. Yalnızlık canavarı onu midesine atmıştı. Hazmetmeye çalışıyordu. O, kendini ana rahmindeki gibi bir huzurda hissediyordu. Yalnızlık güzeldi. Hele bir de vergilerini veriyor, faturalarını günü gününe yatırıyorsa. Devlet de onu seviyor olmalıydı. Yıllarca devlet için çalışmıştı. Yıllarını, bu vatan uğruna gözünü kırpmadan feda etmişti. Dik başlı değildi. İtaatkârdı.

Sabah haberlerini izliyordu. Savaş sınırlara dayanmıştı. Evinde mutluydu. Tehlikenin kapısına geleceğini düşünmüyordu. Devletinin onu koruyacağını düşünüyordu. Fırında kızaran tavuğu düşünüyordu. Çiçeklerini düşünüyordu. Çocuklarını düşünüyordu. Bu arada insanlar ölüyordu. Bu arada insanlar evsiz kalıyordu. Bu arada şehirler bombalanıyordu. Bu arada savaş dünyayı sarmıştı. Bu arada gözlüklerini yenilemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu arada pazara gidip hesaplı zerzevattan alması gerektiğini düşünüyordu. Bu arada peynirin bittiğinin farkına vardı. Bu arada unun bittiğinin farkına vardı. Uzun süre sonra sokağa çıktı. Pazar kurulmamıştı, marketlerde hiçbir şey kalmamıştı, ekmek bulamadı, fırınlar kapatmıştı kepenklerini. Eve döndü. Biraz unu, biraz yumurtası, yağı ve kahvaltılık birkaç malzemesi vardı. İdare ederim, dedi içinden. Sonuçta devletimiz haklı. Sonuçta her şey vatan için. Sonuçta ben vergisini ödeyen bir vatandaşım.

Bir gün, sabaha karşı, alacakaranlıkta sirenler çalmaya başladı. Kulakları tırmalayan yüksek sesli sirenler. Televizyonu açtı. Savaş başkente kadar gelmişti. Alt ve üstyapı ağlarını bombalıyorlardı. Olabilirdi. Savaşta böyle şeyler olurdu. Şehir karanlığa bürünmüştü. Karartma yapılıyordu. Şehrin her yerinden bomba sesleri geliyordu. Televizyonu açtı. Televizyon cızırdıyordu. Devlet başkanının ülkeden kaçtığı söyleniyordu. Gerçekte, yanına küçük bir bavul alan herkes toz olmuştu. Şehir boşalıyordu. Heyecanlanmadı. Kötü olmadı. Korkmadı. Çünkü vergisini vermişti. Çünkü faturalarını ödemişti. Çünkü devleti çok güçlüydü. Çünkü vatan varsa gerisi teferruattı. Çünkü onun ırkının bileğini tarihte kimse bükememişti.

Bombardıman devam ediyordu. Evi korunaklıydı ya da o öyle düşünüyordu. Balkona çıkmaya karar verdi. Yanına bir bardak da çay aldı. Şekersiz içiyordu. Vefat eden karısı onu şekersiz çaya alıştırmıştı. Çocukları yurtdışında okuyorlardı. Bununla gurur duyuyordu. Fakat savaş bütün dünyaya sıçramıştı. Onlardan da haber alamıyordu. Balkona çıktı ve çayından bir yudum aldı. Şehre bombalar yağıyordu ve neredeyse her sokak başında bir çatışma vardı. Tam bu esnada balkonunun da bulunduğu apartmanın ön cephesine bir bomba isabet etti. Birden yere yığıldı. Çay bardağı tuzla buz oldu. Elektrik faturasını yatırmayı unutmuştu. Buzdolabının taksiti vardı. Daha emlak vergisi ödenecekti. Ölüyordu. Karısı iki yıl önce vefat etmişti. Çocuklarından haber alamıyordu. Yerde yatıyordu. Kan sızmaya devam ediyordu vücudundan. Çiçekleri kim sulayacak şimdi, dedi içinden. Allah devletimize zeval vermesin, dedi içinden. Sahi, saat kaç acaba, dedi içinden. Gömleğinin ön cebinden nüfus kâğıdını çıkardı, son bir kez devletinin ona verdiği kimlik bilgilerine baktı. Şimdi bu kimliği bulacakları bir yere koyayım da cesedimi hemen tespit etsinler, dedi içinden. Son nefesinde güzel bir cenaze merasimi düşledi. Sonra öldü.

Savaş beş yıl daha sürdü. Cesedi, beş yıl boyunca orada, korunaklı evinin paramparça olmuş balkonunda boylu boyunca yattı. Vergisini ve faturalarını düzenli ödeyen cesedini kuzgunlar ve köpekler yavaş yavaş yedi. Öylesine biri olarak, öylesine ölmüştü. Adı vefat listelerine bile girmedi. Kırgın değildi. Her şey vatan içindi.   

 

Resimler
E-Bülten

Bültenimize abone olun ve en yeni güncellemelerimizi doğrudan gelen kutunuza alın.

Yorum Bırakın