KAHROLSUN RIZA VE BAĞZI ŞEYLER / Janset Karavin

Janset Karavin

KAHROLSUN RIZA VE BAĞZI ŞEYLER 

Farkında mısınız bilmem; yokluğumu hissettiniz mi yani ama geldi yaz ayları, gevşer gönül yayları şiarıyla epeydir yazmıyordum. Egelilerin dediği gibi “hâlâ daha” yazasım yoktu fakat param bitti, eh bari bir yazı patlatayım da cebim şenlensin dedim. Latife ediyorum elbet. Özgür basın yok, özgür basın nerede diye yakınıyorlar ya, al işte burada! Bak dümdük para için yazıyorum yazdım ve “patroniçe” yazıyı yayınladı.

Şaka bir yana tanıdığım en şık ve güzel ve aynı zamanda zehir gibi, fişek gibi, insanı harekete geçiren müthiş olumlu bir enerji yayan insanlardan olması bir yana, bana, şımarıklık, dengesizlik ve patavatsızlıklarıma katlanmakta da üstüne tanımadığım sevgili Funda’ya, yaz sıcağı, bayram tatili derken insanlar gevşeyecekler, seyreltsem mi yazıları bu ara, dediğim, onun da Janset ne zaman istersen, nasıl istersen, dediği doğrudur. Gelgelelim meteliğe kurşun sıktığım da doğrudur diyeceğim fakat bir kurşun kaç para artık herkesin haberi olduğuçün kimse yemez bunu…

Ne var kardeşim, para için yazmak suç mu? Para için roman yazan Dostoyevski olunca okey de ben birkaç sayfa karalayınca mı tü kaka? Her şey olunabilesi ve fakat rezil olunamayası şu fani memlekette hamuduyla götürdüler de sesin çıkmadı, ben para için yazıyorum deyince mi uyandın? Hem ne var bunda, tabii para için de yazıyorum; yazarak yaşıyorum ben, denemek ister misin…

Evet, para için yazacağım bu yazıyı ama endişeye mahal yok, elbette hem kendim keyif almaya bakacağım, hem de sizi keyiflendirmeye çalışacağım. Üstüne de “bağzı şeyler” hakkında hiçbir şey olmamışsa da mutlaka bir şey olmuştur çıtasının üstüne çıkarmaya çabalayacağım bir meramım olacak; Müslüman değilim neticede, içiniz rahat olsun yani para kazanacaksam hak ederim, hak ediştir, huzur hakkıdır falan yok bizde, emek var, etik var, vicdan var. Allah rızası için yazmıyorum, para için yazıyorum. 

Bu sabah Murat Sevinç’in Diken’de geçen yazdığı yazıya denk geldim, okudum. Rıza üretmekten bahsediyor yazısında ve “Hiçbir parti yalnızca aldığı oy sayesinde yönetmez, rıza üretmek zorunda, kendisine karşı olanın da asgari rızasını,” diyor. Yazık ki. Türkiye’de doğduğum ve yetiştiğim, yaşadığım için aklımda uçuşan Atom Karınca Rıza (Çalımbay), Rıza Silahlıpoda ve Arka Sokaklar’ın Rıza Baba’sı Zafer Ergin’in yarattığı müstehzi gülümsemeye ilikleniveren ve boğazıma düğümlenen tecavüzlere mahkemelerin aradıkları rızası var, yok kıstasında etek boyu, açıkça “hayır” dememiş olmak, sessiz kalmak, direnç göstermemek, içki içmek, seks işçisi olmak, olayın olduğu eve kendi isteğiyle gitmek, olaydan sonra görüşmek, şikâyetçi olmamak veya şikâyetin geç yapılması...

Gelin şu rıza üretimi neyin nesidir ona bir bakalım önce. Rıza üretmek halkla ilişkiler alanının propaganda başlığıyla üzerinde tepineceği bir mesele, en başta onun altını çizeyim. Sevinç’in işaret ettiği nokta demokrasinin ne olduğu, ne olması gerektiği yönünde, evet anlıyorum ve fakat “rıza üretmek” ileri sürdüğü gibi hiç de öyle bir asgari müşterekte buluşmak değildir. Kabaca, tarihin her döneminde, tüm muktedirler; ne biçimde hükmediyor olurlarsa olsunlar, iktidarı ellerinde tutmak maksadıyla meşru bir zemine dayanmaya ve yönettikleri halkların rızasını kazanmaya çalışmışlardır. Çalışmışlardır çünkü “kitleler” inanılmaz bir güce sahiptirler aslında ve bu ürkütücüdür. Bu güç. Bir biçimde bastırılmalı, zapturapt altında tutulmalı yahut ikna edilerek itaat etmesi sağlanmalı hatta bu işin ballı kaymaklısı odur ki, mümkün oluyorsa yönlendirilerek iktidar emellerine araç edilmelidir. İşbu halde rıza üretmek öyle toplumun geniş kesimlerinde inşa edilen bir meşruiyet yahut Sevinç’in de yazısında değindiği gibi Sened-i İttifak sürecinin bir parçası değildir; bu düzeyde masum bir enstrüman değildir diyelim. Anayasal düzlemde olsun bir asgari müşterek ve şaibesiz bir seçimin galibi olarak, kısıtlı süreyle ve kısıtlı icra yetkileriyle iktidara gelmiş bir siyasal hareketin toplumda rıza üretme çalışması yapmaya ne ihtiyacı olacaktır ne de böyle bir gücü hiçbir zaman eline geçiremeyecektir zaten kuralları çiğnemediği takdirde.  Bugün yaşadığımız sıkıntı budur zaten; ortada bir devlet ve ülkeyi yönetmek için projeler üreterek seçmenlerden oy toplamaya çalışan partiler yok, bir parti devlet ve o parti devleti “ele geçirmeye,” “parti devleti yıkmaya” çalışan, doğal olarak köklerinin nerelere dayandığı şaibeli çeşitli siyasal figürler ve onların örgütleri (sağcılar için teşkilat) var.

Demokrasi dâhil tüm sistemler halkları manipüle ederek iktidarı sağlamlaştırmak fikri temeli üzerine oturtulmuştur; Gramsci hegemonyayı ve Althusser de devletin ideolojik aygıtlarını anlatırlarken toplumsal rıza üretiminin sınırlarını çizmeye çalışmışlardı. Ama gelin bir iktidar denen bela nedir ona teğet geçelim. Misal iktidarı sosyolojik bir kavram olarak düşünen Russell, “kendi iradesiyle istediği eylemi gerçekleştirebilen ve başka insanların göstereceği dirençten etkilenmeyen…” olarak tanımlar. Gezi… İtirazı olan? Yok! Yaz kızım…

Mills de diyor ki, “kendi çıkar ve amaçlarını koruyarak, olayların seyrine müdahale ederek sonuçlarına tesir edebilen…” 15 Temmuz… İtirazı olan? Yaz kızım… Duverger: “İktidar, doğrudan ve aracısız olarak özneler üzerinde eylem yapabilme gücünü elinde tutarak bu gücüyle zorlayıcı, bükücü, işkence uygulayıcı, tahrip edici şiddet unsurlarını kullanabilmektir.” Kavala, Demirtaş ve daha binlerce insan… İtirazı olan? Yaz kızım…

Foucault ne demiş bakmazsak hatırı kalır: “iktidar, bir öteki olarak öznelerin üzerinden ziyade öznelerin eylemleri üzerinde mutlak bir etkiye sahip olma durumudur.” Öyle mi? Üç kere düşünmeden konuşan var mı benden başka? Yaz kızım…

Tamam, bu kadar papağanlık yeter, hava sıcak, param da yok zaten, daha fazla o dedi, bu kodu oynayamam sizinle. Pek hoşunuza gittiyse biraz kitap karıştırın, mastürbasyonunuzu tek başınıza yapın. Hakeza mastır tek başına yapılır ve dahası mastürbasyona başlarken kafanızdaki ilk hedefiniz bir yerde istihdam edilmek olmasın. Bu işleri, maaşlı iş gibi görmek, tak fişi bitir işi düşüncesi potansiyelinizi düşüren bir düşünce, unutmayın. Gelin ben size geçenlerde başımdan geçen bir şeyi anlatayım, gülelim “eylenelim. 

Püskevit reyonunu düzenliyorlar kızlar markette, tartışma çıkmış; tam üstüne gitmişim. “Bu burada olmaz. Bunu seven insanlar, onu almaz. Bak, beni dinle sen; limonlunun yanına kremalı koymayalım.” “ Ya kızım bunlar ucuz; bunlar aşağıya. Bunlar pahalı; bunları yukarı, en kolay alınabilir raflara.”

Yaklaştım, “Ne okudun sen?” diye sordum limonluyla kremalıyı yan yana koymaya gönlü elvermeyene, “İktisat,” dedi. Ötekine sordum aynını, “Sosyoloji,” dedi, hemen ekledi, “Sizce nasıl dizmeli bunları?” “Oo piti piti yapmalı bence,” dedim, “bilime güvenmeli.”

Demem o ki… Aslında bu mesel üzerine az sonra edeceğim lafları mı etmeliyim, yani cuk oturur ve sesi kulaklara bir hoş gelir yoksa aslında ben etmek istediğim lafları edeceğim de, oturmuş gibi mi yapıyorum önden, hem zeki görünmek için hem de asgari müştereği gıdıklayıp sizin de rızanızı şaşırtmacalı da olsa alarak Popülizm 101 mi yapasım gelmiş hiç bilmiyorum.

Demem o ki, biz toplumca kimi değer yargılarımızı yitireli yıllar, on yıllar oluyor; çürüme ve çözülme öyle üç günde olmuyor. Her türlü pisliği görmemize, her türlü senaryoda kim necidir, hangisi pudra şekeri, hangisi jelibondur basbayağı çözmemize rağmen sindik, pustuk, sustuk. Ama Gezi diyecekler olacak, biliyorum… Sonuç? Tabela esastır bizde; tabelada galip, hayatta mağlup mu olacak yani. Bizi şimdi şimdi kıpırdatan, hani tabiri caizse bitimizi kanlandıran yaşadığımız ekonomik kriz, enflasyon, hayat pahalılığı, adını sen koy. Homoekömömiküs desek…

Rafların bilimsel yerleştirilmesi sorunsalına dönersek… Ne yapsın çocuklar? İyi kötü bir iş bulmuşlar, raf düzenliyor, yer siliyor, kasaya bakıyorlar falan kendi rızalarıyla.” boş mu dursunlar, evde mi otursunlar yani. Ha okumasalar da olurmuş diyeceksiniz, o ayrı dert ama siz bu yazıyı okumasanız ne olurdu ki sanki?

Karavinlerin Janset